İBADETLERİNDEN ZEVK ALAMIYORSAN BİR SEBEBİ VARDIR

D. Ali TAŞÇI

            Mevlâna’dan bir hikâye/ kıssa:
            “Şuayb Peygamber zamanında biri, Peygamberin huzuruna gelip; “ Allah benim birçok ayıbımı ve günahımı gördüğü halde, lûtuf ve keremiyle benim kusuruma bakmadı.” dedi.
            Allah, Şuayb (as)’a gayb yoluyla buyurdu ve o adama cevap olarak dedi ki: “ Ey aklı kıt adam; senin kaç kere cezanı verdim, ama senin haberin yok. Sen duygularının, nefsanî isteklerinin esiri olmuşsun, farkında değilsin.”
            Ey kara tencere! Kat kat isler içindesin. Bu is senin iç yüzünü karartmış. Senin gönlünde pas üstüne paslar var. Bu nedenle gönül gözün görmez olmuş. O is, yeni ve beyaz bir tencereye vursa, eseri o tencerede görülür. Fakat dumanın etkisiyle tencere kararınca, onun üstündeki kara lekeyi çabucak kim görebilir? Demirci zenci olunca, duman onun yüzünde bir iz bırakmaz. Fakat beyaz tenli birisi demircilik ederse, dumanın tesiri ile onun yüzü kararır. O da günahın tesirini çabucak anlar da “Aman ya Rabbi!” diye ağlayıp sızlanmaya başlar.
            Fakat günah işlemekte ayak direr, kötülüğü adet ederse kalp gözüne toprak doldurmuş olur; o günahı görmez, vicdan azabını da hissetmez olur. Tövbe etmeyi hatırına bile getirmez. Günah onun gönlüne tatlı gelir. Derken derken de dinsiz olur gider.
            Adam söz dinler biri değildi. Şuayb (AS)’ın sözünü dinlemeyince, o da Allah’a şikâyette bulundu; “ Ya Rab! Bu adam sözümü dinlemiyor, günahlarının belirtisini istiyor.” deyince, Allah buyurdu: “ Ben suçları, günahları örterim; sırları söylemem, ama onun belalara uğradığına dair ancak bir belirtiyi söyleyeyim:
            “ O kulluk görevini yapıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyor, daha başka işler de yapıyor; fakat hiç birinde, zerre kadar bile manevi bir zevk bulamıyor. İbadetlerinden manevi bir tat alamıyor. İbadetlerin meyve vermesi için gönülde manevi bir zevk lazımdır. Çekirdeğin fidan olması için içli olması gerekir. Cansız bir suret hayalden başka bir şey değildir.”
            Günümüz Müslümanlarının halini ne güzel anlatıyor. Namaz kılıyor, ardından hiç gocunmadan günah işleyebiliyor. Hacca gidiyor, geldiğinde, yanında çalışan işçisinin hakkını yemekten de geri durmuyor. Ağzından bal döküldüğünü sanırsın, namahreme açılan vücudundan zehirler damlıyor. 
    Allah, namazın, insanı kötülüklerden alıkoyacağını söylediği halde, birçok namaz kılan var ki, kötülükten uzaklaşmıyor; çünkü içi boş çekirdek, toprağa atsan da filiz vermiyor. İşlediği her günaha bir kılıf bulmaya çalışıyor. Her günaha bir kılıf bulmak, nübüvvetten kaçmayı da beraberinde getirir. Kimseyi düşünmeden teneke teneke sıvı yağları arabasına yükleyip eve getirebiliyor; evde de çoluk çocuğuna, markette yapmış olduğu şeytanlığı kahramanlık diye anlatabiliyor; ardından da namaza duruyor! Ve o evlerde çocuklar büyüyor! Kurban çocuklar.
            Gerçekten, bir müslümana Allah’ın vermiş olduğu en dehşetli ceza, onun ibadetlerden manevi bir zevk alamaması olsa gerek. Bu zevksizlik, onu günahlara sokuyor ve günah işlerken bile sıkılmıyor, utanmıyor, manevi bir azap duymuyor. Her günah, insanda ruh heyelanı yaratıyor ve kalbi erozyona uğratıyor. 
            Her çağın belası olmuş, ama çağımızda iletişimin hızla yaygınlık kazanması sonucu bu bela, yağmur gibi üzerimize yağmaya başladı: Gıybet ve dedikodu ve bencillik! Müslümanlar, ruh midelerinde kardeş etiyle dolaştıkları sürece iflah olacağa benzemiyorlar. Ruhlar karanlığa bürününce, bu karanlık, yüzlere ve davranışlara da sinmiş bulunuyor. Gıybet ve dedikodu yaparken ağzından salyalar akan nice “hacı – hoca”lara ve cami cemaatine her gün rastlamaktayız. Bencilliğini kahramanlık belleyenlere ne demeli! Kul hakkını yemeyi marifet sanıyor. Bu insanların içleri kararınca, söyledikleri sözler de asla etkili olmamakta, hatta ters tepmektedir. İçi boş teneke çok ses çıkarır; ses çok çıkıyor, ama sesi rahatsız edici, dinleyen yok! Kalabalık, fakat suyun üzerinde çer çöp gibi duruyor.
            Müslümanların kaybettikleri asaleti, mehabeti; izzet ve şerefi tekrar kazanabilmeleri için kendilerini hesaba çekmeleri lazımdır. Önce kendimizi düzeltip hayata öyle karışmamız gerekiyor; yoksa hayatı bulandırıyor, âleme kötü örnek oluyoruz. “O da yapıyor, öyleyse ben de yapayım.” mantığı İslami bir anlayış değildir; çünkü kötü örnek, örnek olmaz. “ Köpek ısırdı beni, ben onu ısıramazdım; ben insanım, dudağımı ısırdım.” diyor, Mevlâna. Ağızlarında köpek tüyü ile dolaşan Müslümanların toplum karşısında hiçbir değeri yoktur. Oysa Müslüman, yaşadığı dönemin altın nesli olan insandır, öyle olmalıdır. Onun dudağı kanamalıdır; çünkü nefs köpeği her an onu ısırmaktadır.
            Ne mutlu, sokakta yürürken, kişilik elbisesine bürünüp onurlu adım atabilenlere!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci