Allah indinde makbul sayılan insan, kendisinden emin olunan kişidir. Komşusunun memnun olmadığı veya güvenemediği insanlar, İslamın emin insan olma tanımının dışında kalan kimselerdir.
Yüce Allah her günahı affeder, ama komşu hakkını asla affetmiyor ve işi komşudan helallik almaya bırakıyor. Demek ki kul hakkının bizim dinimizde önemli bir yeri vardır.
Başkalarının hakkına musallat olan, başkalarının statü haklarına din, mal, can, namus konularında zarar verenler emin olunan insan olma mertebesinden uzak düşerler ve günahkâr olurlar.
Kul hakkı, Allahın kullarının kendi aralarındaki beşeri ilişkiler zemininde ortaya çıkar. İnsan denilen canlı diğer insanlarla birlikte yaşamaya mahkûm olduğundan dolayıdır ki yaşamı boyunca birçok konuda ve alanda diğer insanlarla çeşitli sebep ve vesilelerle ilişki içerisinde bulunurlar.
Dünya hayatı bu güzergâhta seyrederken, ebedi âlemde de sevdiklerimizle haşır neşir olacağımızın idraki içerisindeki müminler olarak, dünya hayatı içerisinde diğer insanlarla olan beşeri münasebetlerimizi duygu ve hislerimizden ziyade, ilahi buyrukta emredildiği şekilde dizayn etmekle mükellefiz.
İnsanlar arası ilişkilerde hak ve hakkaniyet ölçüleri bir köprü ise, sevgi ve karşılıklı saygı da o beşeriyet köprüsünün korkulukları gibidir. Hayat köprüsünden rahatça geçebilmenin ve köprü sonrası durakta ebediyen birlikte haşır neşir olmanın yolu, aynı köprüden geçerken birbirlerimizi itip kakmamamıza bağlıdır.
Ömür köprüsünde birlikte yürüyemeyenlerin ebedi âlemde de aynı sancak altında buluşma iddiaları, içi boş iddialardır. Ebedi âlemde birlikte olmanın yolu bu dünya hayatında birlikte olmaya bağlıdır. Dünya hayatında birlikte olmak demek; ben, sen, o gibi tekil yaklaşımlardan uzak durup biz veya hepimiz gibi çoğulluk ifade eden anlayıştan yana duruş koymamıza bağlıdır.
Çağımızda insan ilişkileri yakınlaşmayı, bütünleşmeyi gerektirirken, ne acı tecellidir ki, insanlar arası ilişkilerde sevgi ve dayanışmanın yerini çıkar duyguları doldurmuş olduğundan insan denilen canlı yedi milyarlık koskoca bir dünyada yalnız yaşamaktadır.
Toplu yaşadığını veya kendi aralarında değişik dini etiketler arasında minimum birliktelikler oluşturduklarını zanneden bazı guruplar ne yazık ki hayat köprüsü üzerinde yol alırken kendilerine muarız diye adlandırdıkları başka guruplara çelme takmayı marifet zannetmekte ve önlerinden giden bir takım kimseleri de keramet ehli zannedip vahdetin kulelerini tarumar edebilmektedirler.
Gören gözler ve hisseden kalpler için derslerle dolu olan bu tablonun karşısında gözlerimizi ve yüreklerimizi yeniden test ederken, yüreklerimizi sızlatan enteresan görüntülerle karşılaşıyoruz. Aynı dine inandığını diliyle ifade edenlerin, cemaatçilik veya değişik tarikatların kuşatmışlığının kıskacında gönül dillerini biz veya onlar şeklinde bir birlerini öteleştirici türden kullanmalarını anlamakta bir hayli zorlanıyoruz.
Dinde insanları veya insan guruplarını öteleştirici yaklaşımlar içerisinde olanların söz konusu gafletleri gelecekle ilgili umutlarımızı tırnakladığı kadar, gönül birlikteliğimizi de çok ciddi anlamda tehdit ediyor.
Çağımızın en büyük hastalığı belki de insanların görüntü dilleriyle gönül dillerinin aynı olmaması veya işin içerisine riya denilen şeytanı mikrobun bulaşmış olmasıdır.
Yüce dinimize göre kendisini başkalarından üstün görme, kendisine yine kendisince üstün inanmışlık vizesi tanzim etme gibi kibir hastalığına ucup denilmektedir. Ucup illeti inanan insanlar arasına sokulmuş çok büyük bir kibir fitnesidir. Bu fitne inanan insanların gönüllerini ve inançlarını kemirmekte ve Allah korusun şirke kadar taşımaktadır.
Hiçbir halis mümin inanmışlığının veya kendince ölçtüğü ihlâs derecesinin kibrine düşemez. İnanmanın kibri değil, şükrü olmalıdır diyoruz.
Bugün İslam dünyasındaki dağınıklığın veya ümmet arasındaki ciddi çelişkilerin, sürtüşmelerin kaynağında veya arka planında hep bu ucup denilen hastalık yatmaktadır. Bu hastalığın en büyük taşıyıcısı inanan insanları gerçek kılavuzlardan koparıp bir takım şişirme sözde kılavuzların arkasında beşeriyet yolculuğuna mahkûm edenlerdir.
Âlimleri veya Müçtehitleri elbette biz inanan insanlar ebedi âleme taşınırken veya hazırlanırken dünya hayatımızda bir ışık bir öncü olarak görmekteyiz. Ancak bize şefaat edecek olanın Peygamber olduğunun idrakinden koparak elbette başka kapılarda nefes tüketmeyeceğiz.
İnanç dünyamız bir hayli sarsıntı yaşıyor. İnanmanın en zayıf şekli olan taklidi ve kopyacı alandan bir türlü kurtulamıyoruz. Adam çıkmış profesör olduğunu söyleyerek İslam âlimlerine çamur atabiliyor. Başka bir takım şarlatanlar da değişik görüntüler ardına gizlenerek inanç dünyamızda fink atıyorlar.
Başka birileri de, Kuran ahlaki yerine küresel güçlerin hegemonyasında ılımlı İslam denilen ve ideoloji haline dönüştürülmüş yapay bir din icat etmekten bahsedebiliyorlar.
Din artık her gün tartışılan konu olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır. Dini konular herkesçe tartışılmamalı ve ehil olanlar tartışmalıdır. Biz burada bu konuda söz ederken asla kendimizi yeterli göremiyoruz ve yazı yazarken titreyip duruyoruz.
Ancak bazı çevreler en ufak bir vebal duygusu yaşamadan en hassas konularda bile ehlisünnet âlimlerini ıskartaya çıkartacak türden içtihatlarda bulunabiliyor.
Bütün bu densizliklere ve tahribatlara rağmen İslam dininin bozulamayacağına, özünden hiçbir şey kaybetmeden milletimiz ve ümmetin bünyesinde yaşayacağına inanıyoruz. Bu milletin din tacirlerine asla rağbet etmeyeceğine güveniyoruz.
Gerçek âlimlerden ve onların düşünce soframıza ikram ettiklerinden nasiplenme gayretlerimiz sürerken, onlara olan yakınlığımız, sadakatimiz de elbette sürecektir.
Ancak gönül muhabbeti duyduklarımızın hiç birisini İslam Peygamberinin önüne koyma, gönüllerimizi sevgi ve muhabbetin ötelerinde ondan başka bir takım aracılara kilitleyerek bizleri ana merkezden koparma delaletine karşı bütün inananlar yeniden bir muhasebe yapmak durumundayız.
İslam düşünce sistematiğinde Peygamberin sünneti, onun örnek hayatı, bizler için ilk ve vazgeçilmez tek aynadır. Bu aynanın önüne başka aynalar koyarak aradığımız veya görmek istediğimiz resmi beklemek yanıltıcı olabilir.
Gerçek aynamızın önüne konulmak istenen sözde ekran koruyucuların aynı renkte olması gerekirken, farklı renklerin görüntüye çıkması çok düşündürücü bir durum olsa gerek.
Önümüze aldığımız veya koltuklarından baktığımız sözde ekran koruyucular değiştiğinde aynı nuru göremiyorsak veya ekran koruyucuları farklı renkleri gösteriyorsa burada temel aynaya veya başka bir ifadeyle İslam in peygamberine müdahale gibi bir durum söz konusu olur. Bu noktadan hareketle bazı ekran koruyucularına şüpheyle bakıyoruz veya samimi bulamıyoruz.
Biz inanan müminler olarak İslamın peygamberine gerçek anlamda yüzümüzü döndüğümüz zaman ondan başka ekran koruyuculara ihtiyaç duymadan belki de kaybettiğimiz adrese yeniden yönelebilmiş olacağız.
Allah hepimizi bu çizgi üzerinde zuhur edebilecek kul hakkı günahına düşme yanlışından muhafaza eder inşallah.