Bugün bir fıkrayla yazıma başlamak istiyorum:
Ateist bir adam bir gün ormanda gezinirken, etrafındaki güzelliklere bakarak söyleniyormuş; “ Her şey doğada ne güzel oluyor, evrim ne güzellikler yaratıyor.” demekten kendini alamıyormuş. Bir ses işitince birden arkasına dönmüş; dönmüş, ama dehşet bir ayı, pençelerini açarak adamın başucunda duruyormuş. Bunu gören ateist adam; “Allah’ım!..” diye bağırmış. Ayı bu bağırış üzerine biraz duraklamış, adam bu boşluktan yararlanarak Allah’a yalvarmaya başlamış:
“ Biliyorum Allah’ım, bunca inkârımdan sonra senden dindar biri olmayı istemem pek yakışık almaz, ama bari ayıyı dindar biri yap!”
Az sonra ayı pençesini adamın kafasına indirmiş ve başını göğe doğru kaldırarak: “ Allah’ım, senin verdiğin rızık ile orucumu açıyorum, hamd olsun verdiğin nimetlere.” diye dua etmiş!
Bu fıkra insanın acizliğini özetliyor. Başına bir felaket gelince kendi diliyle “Allah” demeyen bir insana rastlanmaz. İnanç olarak Allah’tan uzaklaşanlar, hep güzel havaların çocuklarıdır. Birçok insan güzel havalarda dinsizdir.
Allah bu durumu ne güzel anlatıyor:
“ Denizde bir tehlikeyle yüzyüze geldiğinizde Allah’tan başka bütün yardıma çağırdıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise yüz çevirirsiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” (İsra, 67)
Nice insanlar vardır, günlük hayatlarında Allah’ı tamamen unuturlar, O’nu adeta hayatlarından silerler, Allah yokmuş gibi davranırlar. Günler geçer, aylar, yıllar geçer Allah’ı hiç hatırlamazlar. Bu durum, “Tanrı konusunda ilgisizlik” diye adlandırılır ve ateizmin bir türü olarak gösterilir.
İki üç yıl önce, Brüksel’den uçağa bindik ve İstanbul’a geliyoruz. Uçak tıklım tıklım dolu. Uçağın içinde yabancılar çoğunlukta. Tam düzlüğe çıktık ki, pilottan gelen bir ses uçağın içinde yankılandı: “ Teknik bir arıza nedeniyle kalktığımız havaalanına zorunlu iniş yapmak durumuzdayız!”
Herkesin yüzü kireç rengine döndü ve eller havaya kalkarak kendi dilleriyle: “Allah’ım!..” diye dua etmeye başladı. Ölümün bükemediği kol mu var?
Firavun, Hz. Musa ve arkadaşlarına saldırırken, deniz üzerine geliyor ve “ Boğulmak üzereyken; “ Elhak inandım ki, İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.” (Yunus, 90) demekten kendini alamamıştır.
“ Şimdi mi? Hâlbuki daha önce hep baş kaldırmış ve hep bozguncular arasında yer almıştın.” (Yunus, 91)
Düşmekte olan bir uçakta ateiste rastlanmaz; çünkü o an, ölümle burun buruna gelindiği andır. Ölümle burun buruna gelindiği anlarda insan “Hakikat”i görür; fakat o güne kadar “Hakikat”le bir teması olmamışsa, o gün “Hakikat”le karşılaşmasının hiçbir faydası olmaz. Hakikat öznedir, özneler değişmez. Gerçek ise nesnedir ve zamanın elinde şekilden şekle girer. Dünün kahramanları ve “vazgeçilmez” sandıkları araç- gereçleri, söylemleri şimdi nerdeler? Şimdikiler de yarın öyle olacaklardır. Hayatı putlaştırmadan bir misafir gibi geçirmenin adıdır, müslümanca yaşamak.
Fıtratıyla tanışamayan insan firavunlaşır. Ailede, okulda, işyerinde ve hayatın her safhasında kendince bir firavundur o; çünkü Rabbi ile irtibatını koparmıştır ve habire uçurumlardan aşağıya doğru yuvarlanmaktadır; duracak olduğu yer de cehennemdir. Fıtrat eğitiminden geçmeyen her insan, firavunluğa adaydır.
“ Karada ve denizde yol alıp ilerlemenizi sağlayan O’dur. Gemide bulunduğunuzda, güzel bir rüzgârla gemiler onları kaydırıp götürdüğü ve bu yüzden sevinç içinde oldukları sırada onları bir fırtına yakalar, üzerlerine her taraftan dev dalgalar gelmeye başlar. Kuşatıldıklarını zannederler, (işte bu durumda) “ Eğer bizi bu felâketten kurtarırsan vallahi sana şükredenlerden olacağız.” diye – din ve ibadeti yalnız O’na özgü kılarak – Allah’a dua ederler.” (Yunus, 22)
“ Allah onları kurtardığında bir de görürsün ki bulundukları yerde hak hukuk tanımazlar! Ey insanlar! Haksızlığınız ancak sizin zararınızadır. Dünya hayatının geçici menfaati… Sonra gelişiniz bizedir, geldiğinizde size yaptıklarınızın ne olduğunu bildireceğiz.” Yunus, 23)
Yakından tanıdığım, hayli varlıklı biri ölürken, oğlunu karşısına alıyor ve başparmağıyla işaret parmağını birleştirerek oğluna gösteriyor ve kısık sesiyle ona şunları söylüyor: “Oğlum, dünya bu kadar da değilmiş!” Kim üfürdü içimize dünyanın vazgeçilmez olduğunu?
Mutsuzluk, Allah yokmuş gibi yaşamanın adıdır. Bir eliniz yağda, diğeri balda da olsa, içinizde ateş tutuştuğundan asla mutlu olamazsınız ve kendinizi uyuşturuculara vermek zorunda kalırsınız. Ya da bir sürü dedikodu hayatınız olur ve siz de “bilimsel” bir dünyada yaşadığınızı vehmedersiniz. Rabbim, yaşarken “Hakikat”i hissettirsin.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci