Ali’nin babası, her gün Kur’an’ın bir sayfasını ezberlemesi için onu sıkıştırıyordu. Hele bir ezberleyemesin, Ali’nin ellerinde “şırrak şırrak” sopa inip kalkıyordu. Babası onu saçlarından tutup ayağa kaldırdığında, Ali, “ Bu kitap yüzünden başım dertte.” diye düşünüyordu.
Ali’nin babası, Kur’an’a hizmet için oğlunu döverken, onu dinden uzaklaştırdığının farkında bile değildi. Çocuklarınızı dinden soğutmak istiyorsanız, dini bilgileri öğrenmeleri için onlara baskı yapın!
Cengiz adında şüpheci bir adam tanımıştım. Bu adamın işi gücü başkalarının dedikodusunu yapmak ve onlarla alay etmekti. Pencerenin önüne oturur, gelip geçen herkesi inceler, mutlaka bir kusurunu bulur ve çocuklara bu kusurları ballandıra ballandıra anlatırdı. Değerlendirmeleri önyargılı ve yanlıştı, ama o bunları sürdürürdü.
“ Çocuklar şuna bakar mısınız, doktorun kızı kırıta kırıta, allanmış pullanmış geçiyor yine. Onu alacak olan adama şimdiden acıyasım geliyor!”
Cengiz, böyle biriydi. Çocuklar, babalarının çok iyi ve dürüst olduğuna inanmıştı. Artık herkese kötü gözle bakıyor ve dürüst kimsenin kalmadığına kanaat getirmişlerdi. İnsanlardan nefret ediyor, onlara yüksekten bakıyorlardı. Büyüdüklerinde hiç yakın dostları olmamıştı. Yaşlandıklarında da yaşlılar evinde ölümü beklemeleri kaçınılmazdı.
Toplumun mikrobu diyebilecek olduğumuz insanlar az değildir. Şekip adındaki acımasız adam, canlılara acı vermekten adeta zevk alan biriydi. Çevresinde onu seven, ona güvenen bir insan bile yoktu. Köpeğinin kulaklarından tutup havaya kaldırır, onu sağa sola sallar, hayvancağız çırpınınca da tekme ve kamçıyla da iyice bir döverdi. Karısı neredeyse her gün ondan dayak yerdi. Bu zalim adam çocuklarına da acımaz, bir yaramazlık yaptıklarında onları bir ağaca bağlar, döverdi.
Zamanında Şekip’in babası da aynen kendisi gibi zalimin biriydi. Öylesine zalim biriydi ki, çocuklarından ikisi bu zulme dayanamayıp evden kaçmışlardı. Şekip de babasının yolunda olduğunu gösteriyordu.
Çocuklarınız küçük yaştan itibaren, zavallı ve masum insanların ve hayvanların acılarıyla alay etmeyi öğretirseniz, onlar da zalim olmayı maharet sayarlar.
Genellikle aşk şiirleri yazan Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, hayatında yirmi üç kez intihara teşebbüs ettiği söylenir; fakat bir türlü ölmeyi beceremez! 17 yaşına gelen oğlu Vedat, “ Baba öyle ölünmez, böyle ölünür.” diyerek Galata Kulesi’nden atlar ve intihar eder! “İzindeyim baba!”
Nilgün Hanım’ı yemek yerken görmelisiniz. Yüzü öylesine asık ki, yemeklerde çok baharat var sanırsınız. Onun âdeti böyle, en iyi yemeğe bile bin bir çeşit bahane bulmakta mahirdir. Çocuklarla birlikte yemek yerken onun bu beğenmezliği, çocuklarının da yüzünü ekşitir.
Sadece yemekte değil, hayatının her safhasında bu beğenmezlik vardı. Misafirliğe gidecek olsa, giydiği yeni elbiselerini bile beğenmez, her birinde çeşitli kusurlar bulur. Nilgün Hanım bu ve buna benzer şikâyetlerini çocuklarının yanında da tekrarlayıp durduğu için, onlar da annelerine benzemişlerdi. Sabah kalktıklarında hep birden ağlayıp sızlıyor, ortalığı gürültüye boğuyorlardı.
Çocuklarınıza her şeyin kötü tarafını gösterirseniz, kendilerinden şikâyet eden ve hayata karamsar bakan insanlar yaparsınız.
Çocuklarınızın yanında, kendi inançlarınızın belirsizliğinden doğan vicdan azabınızı bastırmak için, dindar insanlar hakkında ileri geri konuşur, dedikodusunu yaparsanız; çocuklarınızı dinden uzaklaştırabilirsiniz.
Mahalledeki Davut Amca, “Şu evin çocukları bana neden saygı göstermiyorlar?” diye yakınınca, “ O evde senin aleyhinde konuşuluyor da ondan!” demekten kendimi alamamıştım!
Eylül ve Leyla’nın hunharca ölümlerine sebep olanların çocukluklarında acaba travmatik bir durum yaşanmamış mıdır? Çocuklar tutkal gibidir; söz ve davranışları anında kendilerine çekerler. Rize’de çay, Adana’da pamuk nasıl yetişiyorsa, insanın da FITRAT bahçesinde yetiştiğini görene kadar çileler bitmeyecektir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci