Böyle zamanlarda yazı yazmak, yük taşımaktan daha zor geliyor; çünkü zihin dünyanız kuşatılmış durumda bulunuyor. Bunu aşıp da doğru olanı görmek, yazdıklarınızla insanları ifsat etmemek, fitne ve fesada sebebiyet vermemek meğer ne kadar zor ve veballi bir işmiş!
Akıl herkeste var da “akl-ı selim” sahibi olanlar ne kadar az bulunuyor, dünyamızda. “Akl-ı selim” demek, selamete ermiş, kurtuluş yolunu bulmuş, doğru karar verebilen akıl; sağduyu demek. Aynı zamanda doğru ile yanlışı ayırabilen, iyi ile kötüyü fark edebilen, hakla batılı gönül ve irfan dünyasında süzebilen, seçebilen akıl demektir.
Ankara’da meydana gelen menfur patlamada gördük ki, bu ülkenin bazı önemli yerlerini tutmuş kimilerinin bu “akl-ı selim”den hiç nasipleri yokmuş! Şahsi kin ve garezleri, ne yazık ki, ülke ve millet menfaatinden daha taşkın durumda bulunuyor. Aslında bunlar pek de bilinmeyen şeyler değildi, ama bir turnusol kâğıdı gibi bu olay, onları ortaya çıkarmış bulunuyor.
Hayatları hep iğreti ve marjinal anlayışların peşinde koşmakla geçmiş, bir kelime dahi olumlu bir değeri gündem edinmemiş; servet, şöhret, ve şehveti ilah edinmiş; sırasına göre rind ve kalender görünse de daima muhteris ve zengin hayata düşkün; sanki doğuştan büyük bir yazar, düşünür, sanat ve devlet adamı edasında; fakat ikbalin eteğini tutmakta beceriksiz ve bu beceriksizliği onun ruhunda kanser oluşturmuş; gizli meramlı, sabırsız, zalim, kindar, kıskanç; özetle mizacı ve ihtirasları arasında perişan… bir zümreyle karşı karşıyayız. Bunlar için hak, hukuk, insani değerler… hiç değerinde ve fakat kendi nefisleri tanrı kıvamında. Bu zümre dün de vardı, bugün de görevlerinin başında bulunuyor ve kendilerine yüklenen görevi hiç aksatmadan işlerini yapıyorlar. Bunlara baktığımda ümitlerim artıyor!
Ben çok ümitvarım;
Dünyada ve ülkemizde gelişen olayların ardından çok güzel günlerin doğacağına inanıyorum! Tarihi okuduğunuz zaman hep böyle olduğunu görürsünüz. Bütün peygamberler, şiddetin arşa dayandığı sabah, dünyayı şereflendirmişlerdir. Yüz yılda bir toplumlar yataklarını değiştirir; ya yok olup giderler ya da asıl yataklarını bularak suhuletle deryalara doğru akarak, ummanla bütünleşirler.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesiyle Devlet-i Âliye tarihe karıştı. Yüz yıldır, yalnız bu toprakların Müslümanları değil, dünya Müslümanları yetim ve öksüz bulunuyor. Yetim ve öksüz kanıyla beslenen emperyalistler, zalimler ve tüm şeytan tayfaları yüz yıldır kanımızı emdiler, canımızı aldılar, zenginliklerimizi, değerlerimizi sömürdüler! Bizi yetim ve öksüz bırakarak giderlerken, vatanımıza ektikleri acı tohumlarla büyümekten başka da bir alternatif bırakmadılar bize. Ruhumuzun dili, tatlının tadını adeta unutuverdi. Ne var ki onların bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı olduğunu bilmiyorlardı; zaten onların böyle bir dertleri de yoktu.
Şimdi 1918’den bu yana 98 yıl geçmiş bulunuyor. Her yüz yıl bir değişim ve oluşumun baharıdır; bütün olup bitenleri buna yorun ve Mondros Mütarekesinin yüzüncü yılı olan 2018’i bekleyin! Hangi sabah, karanlıkların çocuğu değildir ki? Bütün bu karanlıkların ardından İslâm’ın, yani akl-i selimin, yumruk sıkılarak sloganı atılan “barış”ın değil, “selim” olan barışın güneşi doğacak ve çocuklar bahçelerinde şen şakrak oynarken, kuzular meleşecek; anne ve babalar da bunlara bakıp Rablerine mutluluk secdesine kapanacaklardır. Ya hu Müslümanın asıl kimliği budur. Yüz yıldır kimliklerimizi kaybettiğimizdendir, ruhumuzla bir türlü tanışamamanın sıkıntısını ve yabancılığını yaşıyoruz.
Özellikle Türkiye’de önümüzdeki günlerde – Allah korusun – daha vahim olaylara şahit olabiliriz; ama metanetimizi kaybetmeden, şeytanın bile utandığı bazı “mahluk”ların yazıp çizdiğine, söyleyip ettiğine kulak asmadan ve hiç etkilenmeden medeni yürüyüşümüzü sürdürmek durumundayız; çünkü biz sonsuzluk yolcusuyuz ve Rabbimize sığınmışız. Allah’ın iradesi hesaba katılmadan yapılan her yorum ve değerlendirmeden de uzak durulması gerektiğine inanıyorum; çünkü terörün en şiddetlisi zihinlerin ve ruhların iğdiş edilmesi ve kimliğinden uzaklaştırılmasıdır. Rabbim imanımızı korusun ve vatanımıza asıl kimliğini bağışlasın!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci