Kemal Tahir’i ( 1910- 21 Nisan 1973 ) bugünkü genç kuşaklar ne kadar tanıyor, bilemiyorum. Pek de gündemde değil, bu aralar. 1938 ile 1950 yılları arasında, “komünistlik” suçundan hapishanede yatarken, “solcuların” onu el üstünde tuttuğunu biliyoruz. 1965’ten sonra gerçekleri eserlerinde dile getirince, “dönek” oldu ve yalnızlığa mahküm edildi.
Yeni Türk devletinin kuruluş şartlarına ışık tutan “ Yorgun Savaşçı” (1965), Kemal Tahir’in genel bir takdirle karşılanan son eseri oldu. 1967’de çıkardığı “Bozkırdaki Çekirdek” başarısızlıkla sonuçlanan Köy Enstitüleri macerasının iç yüzünü tarihi gerçeklerin ışığında anlattığı için, Enstitü hayranlarını gazaba getirdi. “Devlet Ana”sı üzerinde çokça tartışıldı. Batıcı aydınlar onu “gericilik” ve Osmanlıcılık”la suçladılar. 1969’da çıkardığı “ Kurt Kanunu” kitabının İzmir suikastı ile ilgili konusu, “Cumhuriyet’i tenkit ve Atatürk’ü küçük düşürme” iddialarına yol açtı.
Selim İleri’nin Kemal Tahir’le yapmış olduğu bir röportajda ( Yeni Dergi, Haziran 1973), Selim İleri ona şöyle bir soru yöneltiyor:
“ Atatürk düşmanı diyorlar size. Sözgelimi Yorgun Savaşçı’nın Atatürk’e karşı bir roman olduğunu sık sık tekrarlıyorlar. Kurt Kanunu’ndan sonra Yol Ayrımı…”
Bu soruyu şöyle cevaplıyor:
“ Yorgun Savaşçı 1919’ları anlatır. 1919’larda dünyada Atatürk diye bir kişi yaşamıyordu ki o kitapta ona karşı olunabilsin. Aslında ben ne Mustafa Kemal’e, ne de Atatürk’e karşıyım. Atatürk de Mustafa Kemal de bizim toplumumuzda bazı işler yapmış birer asker paşadır. Biz Ganalı kabile toplumu değiliz. Tarihimizde de, bugünkü hayatımızda da çok paşa vardır. Bu nedenle herhangi bir paşaya ya da paşalar grubuna karşı olmak zorunluluğunu şimdiye kadar hiç duymadım. Şimdiden sonra duyacağımı da sanmıyorum.
Benim karşı olduğum, karşı çıktığım birtakım insanların ne olduğunu bilmedikleri halde “ Kemalizm “ dedikleri şeydir. İşin daha da şaşılacak yönü, bu “ Kemalizm” sözünü en sık kullananların, bir düşünce sistemi olarak ortaya atanların dünyadaki bütün “izm”lere karşı olduklarını aralıksız tekrarlamalarıdır.”
Yakın tarihi yorumlamada ve insan ilişkilerine ışık tutmada zirvelere tırmanmış olan eseri “ Yol Ayrımı” (1971) yayınlanınca, onun eski dostlarıyla arası tamamen açıldı. Hapishanede demlediği fikirlerle, önyargısız okumalarıyla yakın tarihimizi gerçekçi roman tadında dile getiren ender yazarlarımızdan biridir, Kemal Tahir.
Zeynep Oral’a verdiği röportajdan ( Milliyat Sanat, 24 Kasım 1972) okuyalım:
“ … Daha önemlisi Osmanlılığın Ankara önünde birinci defa yıkılışı, bu imparatorluğun hemen bütün Batılı tarihçilerin ve bizim de pek çok tarihçi geçinenlerimizin ileri sürdükleri gibi rastlantıyla bağlı bir kuruluş olmadığını, hele devlet nedir bilmez göçebelerin, hayvan ardında sürünen çobanların, talancı çetelerin, çoğu esrarkeş dervişlerin eseri sayılamayacağını ispatlar.
Osmanlılık bir tarih döneminde, çok önemli bir coğrafyada alınan çok onurlu bir insanlık görevi yüklenmiştir. Osmanlılık kolektif bir dehayla kurulmuş bir dünya imparatorluğudur. Salt geçmişi değil, taşıdığı insan değeri ve özelliğiyle ne kadar görmezden gelinmek istenirse istensin bir deha eseridir. Anadolu Türk dehasının en büyük eseridir.”
Yıllar yılı okullarımızda aydınlık, terü taze çocuk ve genç dimağlarımıza bu “ deha eseri” olan geçmişimizi, tarihimizi, cihan devletimizi kötüleyerek, ona küfrederek, düşmanların yapamadıklarını kendi ellerimizle yaptık! Bugün de “başarımızın” karşılığını topluyoruz “şehitler-cesetler” olarak! Üstad devam ediyor:
“Tarihsiz toplumların yazarları olmaz. Yazarlığa girmiş kişileri bulunsa da bunlar büyük eserler meydana getiremezler. Sanatçıların, son hesaplaşmada dayandıkları güç tarihleridir…”
Büyük eserler veremeyişimizin de nedenini söylüyor; köksüzlük!
Dostoyevski mi, Tolstoy mu, Balzac mı, Hügo mu? Hangi büyük yazar, tarihe dayanmadan eser vermiştir? Tarihi eleştirmek herkesin hakkı; ama onu yok saymak, küfretmek; nesillerin zihinlerinden bir veba gibi onu saklamak, “Ben bu toprakların yazarıyım.” diyebilen hiç kimsenin hakkı değildir ve olamaz. Bu nedenle özellikle gençlerimizin tarihi doğru yerden ve doğru olarak okumalarını ve “Diriliş”i seyretmelerini öneririm.
“Batılılaşma” ile ilgili de görüşleri şöyle Kemal Tahir’in:
“ Batılılık dünyayı sömürme olayının adıdır. “ Batı uygarlığına yetişmek, batı uygarlığını geçmek” lafının açık anlamı: “Batı’dan, batılıdan daha kıyıcı sömürgen olacağız” demektir. Batılıların akıllanmış olanları, bugün, bu beladan kurtulmaya çalışıyor görünmektedirler.”
Hümanizma’yla dünya insanlarının gözlerini boyadıklarını söyleyerek,” Hümanizma, dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsünü ört- bas etmek için ileri sürülmüş bir düşman perdesidir.”
“ Yaşama sürecimiz yüz elli, iki yüz yıldan beri ikiye bölünmüştür. Bu bölünüş, bu kopuş, ikiye ayrılış, bilinen bazı reformlarla, Cumhuriyetten sonraki bazı reform denilen hareketler yüzünden büsbütün kuvvet kazanmıştır…”
Tarihini inceleyen ve irdeleyen, kendince nesnel sonuçlara ulaşan Kemal Tahir de bugün yaşamıyor; ama söyledikleri ve yazdıklarıyla, gelecek sezgileriyle şaşırtıcı sonuçlara vardığı bir gerçek. Kendi medeniyet bahçesinden kopmadan yazılan şeylerin ne kadar isabetli ve verimli olduğu ortadadır. İdeolojik saplantılarını ve vehimlerini “yapıt” olarak ortaya sürenlerin bugün ne kendileri vardır ne de “yapıt”ları. Bu toplum iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayıracak vasıftadır; bundan sonra da bu yürüyüşünü devam ettirecektir, kimsenin kuşkusu olmasın.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail) Twitter:@DAliTasci