İnsan doğar, yaşar ve ölür.
Ne doğum ne de ölüm insanın iradesiyle değişmiyor.
Sadece yaşama dair durumlarda iradenizi ortaya koyabiliyorsunuz.
Bülent Ecevit de herkes gibi doğdu, yaşadı ve öldü.
Doğumu da ölümü gibi kendi iradesi dışında olduğu için hemen her kesimden üzüntü ile karşılandı.
Yaşamında ise birçok artılar ve eksilerle doluydu mutlaka.
Kiminin eksi saydığı, kimine göre artı olsa bile.
Tıpkı artı sayılanların da eksi telaki edilebildiği gibi.
Siyah beyaz bir fotoğraftaki çocuğun, 3 tekerlekli bisiklet üzerindeki masumiyetine kim ne diyebilir ki?
Tıpkı, aylarca bir hastane odasında yaşamla ölüm arasında pençeleşen insanın haline bir şey denilemeyeceği gibi
Şimdi herkes yaşamla uğraşıyor.
Tüm haber sitelerinde Ecevitin ölümüyle ilgili haberlerin altındaki okur yorumlarında Merve Kavakçı olayı tartışılıyor.
Siyah beyaz bir fotoğraf karesindeki o masum bakışlarda kaldı aklım.
Geleceğe dair umutların, hayallerin olduğu o siyah beyaz resimdeki masum çocuğa kim ne diyebilir ki.
Ama şimdi herkes bir sürü şeyler söylüyor.
Bir gazete Ecevitin günah defterini yayınlamış.
Hükümet devlet törenine hazırlık yapıyor, bunun için kanun taslağı hazırlıyor.
Rahşan ise kalabalık bir tören için cenazeyi 6 gün bekletmek derdinde.
Doğarken de ölürken de ağlar insan.
Yaşamın garipliklerine bir nispet olsa gerek bu.
Haber ajansları, Ecevitin vasiyetini yayınladılar.
Görünen o ki merhumun son arzusu bile dikkate alınmamış.
Gömüleceği yeri bile kabul ettirememiş yani eski Başbakan...
Siyah beyaz çerçeve için deklanşöre basan fotoğrafçının, kaymasın diye 3 tekerli bisikletin önüne koyduğu taşı kim sorun eder ki benim gibi.
Hayat zaten bir dekor değil mi?
İnsanlar da konu mankeni