Askerlik mesleği meslekler arasında ahlaki değerleri ve disiplin anlayışı oldukça yüksek olması gereken, fedakârlığı ve güvenirliliği sonsuz olan bir meslektir. Asker ocağında komutan; sığınılan bir merhamet limanı, sonsuz bir güvenin veya cesaretin kaynağı olan kimsedir. Komutan tıpkı bir anne ve baba gibi veya bir öğretmen gibi neferi için gerektiğinde ondan önce kendisini ateşe atabilen, gözünü dahi kırpmadan asker evlatlarının en önünde ölümlere koşabilen insandır veya böylesi fedakâr bir insan olmak zorundadır. Bundan dolayıdır ki, her Türk insanı ordusuna ve komutanlarına büyük bir hayranlık ve güven duyarlar.
Son yıllarda cereyan eden bir takım olaylar, Türk insanı ile göz bebeğimiz olan Ordumuz arasındaki sarsılmaz bağların aşınmasına sebep olmuş, bundan dolayı da bizler sürekli bir şekilde asker düşmanlığı yapan çevrelere karşı askerimizi savunma pozisyonunda yer almışızdır. Ordunun içerisinde bulunan birkaç tane kendini bilmez yüzünden koca bir orduyu hedef almayı bir dikeni yakmak için koca bir memleket ormanını ateşe vermeye eşdeğer bir gaflet olarak gördük ve yorumladık. Bugün de söz konusu düşüncelerimizin büyük bir ekseriyetini halen muhafaza ederken ne yazık ki bir takım düşüncelerimizde yanıldığımızı gelişen bazı olaylar sebebiyle yeni yeni idrak etmiş bulunuyoruz.
Yüzlerce general arkadaşı haklı veya haksız sebeplerle tutukluluk hayatı yaşarken, aynı davayla ilişkisi olduğu iddia edilen bir başka paşanın görevi başındayken vatan topraklarını terk etmesi bana göre küçüklüğün, ahlaksızlığın, vefasızlığın en utandırıcı dozu olarak gelirken, askeri ahlakla bağdaşamayacak bir durum olarak gördüm. Ülkenin içinde bulunduğu söz konusu şartlarda böylesi bir densizlik yapmak, asker düşmanı çevrelerin ekmeğine yağ sürmek olacağı kadar, aynı zamanda yıllarca sırt sırta olduğu arkadaşlarına sırt dönme kepazeliği anlamına gelir. Arkadaşlarını satan bir paşa, savaş anında neferini de vatanını da kolayca satar. Çünkü bu insan başına taktığı kocaman şapkayı hak etmeyen, omzundaki onur nişanlarını taşımaya hakkı olmayan küçük biridir.
Her insanın doğruları olduğu kadar, yanlışlarının da olması mukadderdir. Önemli olan yanıldığımızı anladığımızda, yanlışımıza ısrar ederek daha büyük yanlışlara ve günahlara düşmemektir. Ömrüm boyunca birçok defa yanıldığımı, doğru bildiğimi zannettiğim bazı konuların yanlış olduğunu gördüğümde yaşadığım mahcubiyetlerin belki de en büyüğünü daha henüz emekliliği bile kesinleşmemiş olan bir generalin yurt dışına kaçmasıyla yaşıyorum. Çünkü bendeniz bugüne kadar yazmış olduğum yazılarımda, komutanların uzun süre tutuklu kalmalarından yakınırken bu seviyelere gelmiş insanların kaçmayacaklarına inanırdım. Demek ki bu konuda da yanılmışım ve paşa diye bildiğimiz adamlar bile kaçabiliyorlarmış.
Saygı değer okuyucularım çok iyi bilirler ki, benzer konularda bu köşede birçok konuda okuyucularımızdan gelen yorumlar sebebiyle sert tartışmalarımız da oldu. Özellikle Ergenekon davası ve bu davanın kapsamında içeri tıkılan insanların durumları, mahkemelerin üzün sürmesinin yarattığı kabul edilemez sıkıntıları yazılarımıza konu edinirken birçok okuyucumuzla ters düştüğümüz gibi.
Koskoca Türk ordusunun üç yüze yakın generalinin tutuklu olmasını kabullenmekte bir hayli zorlandığım için meselelere hep muhalif cepheden baktım. Türk Ordusunun imha edilmeye çalışıldığını, Ordumuz içerisinde ast/üst ikileminin yaratılmak istendiğini her zaman açık yüreklilikle dile getirdim. Ordumuzun gözbebeğimiz olduğunu, onu küçük düşürmeye çalışanların iyi niyetli olmadıklarını dillendirip durdum. Mevcut iktidarın bu tablo karşısında sergilemiş olduğu tutumunu da çoğu defa bir yanılgı veya yanıltılmış olmak olarak değerlendirdim ve iktidarı da bu sessizliğinden dolayı oyunun bir parçası olarak gördüm ve sorguladım.
Ordumuzun bünyesinde bir takım disiplinsizliklerin olduğunu, suç işlemiş bir takım insanların da olabileceğini kabullenmeme rağmen kamuoyuna servis edilmeye çalışıldığı dozda bir kirlenmenin asla söz konusu olamayacağına inandım ve halende inanıyorum. Ordumuza olan aşırı güvenimiz ve sevgimiz sebebiyle veya bu coğrafyada varlık sürdürebilmemiz için güçlü bir orduya sahip olmamızın gereğine inandığımız için bizler her zaman ordumuzu savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz. Ancak bundan böyle her büyük şapkalıyı şapkasının büyüklüğünden dolayı savunmaktan vazgeçmiş bulunuyorum. Çünkü bazı kimselerin hiçte hak etmeden o kocaman şapkaları giydiklerini görmüş bulunuyorum.
Hukukun siyasallaştığından her zaman derin şüpheler duydum ve bir takım odakların bir takım kirlenmeleri deşifre veya kamuoyuna afişe ederek kurlu düzenden adeta intikam alındığına inandım. Söz konusu odakların etkisinde kalan iktidarın da tehlikeli anlamda oyuna getirildiğini, özellikle danışman kadrolarının ilgilileri yanlış bilgilendirdiklerini çoğu defa dile getirdim. Bu sebeple de AKP iktidarı döneminde cereyan eden birçok olaya açıkça muhalefet ettim.
Yandaş medyanın insanımızı kuşattığını, atılan bir takım sis bombaları etkisinde kalan insanımızın bu sebeplerle oynanmak istenen küresel oyunları göremediğini de çoğu defa yüksek sesle haykırıp durdum. Bu düşüncelerimin büyük bir ekseriyetini bugün de muhafaza etmemle birlikte şimdi birçok konuda ciddi bir şekilde bizim de yanıldığımızı, savunduğumuz kesimlerin bizim zannettiğimiz kadar temiz ve berrak olmadıklarını acı da olsa son olayda açık ve net olarak görmüş olmanın başka bir ezikliğini ve mahcubiyetini yaşadığımı itiraf etmek zorundayım.
Koskoca paşaların kaçma ihtimalleri olmadığını, tutuksuz yargılanmaları gerektiği tezim artık çürümüş ve çökmüş bulunuyor. En son olarak (görev başındayken, Irak üzerinden Rusya’ya kaçtığı) iddia edilen paşanın durumu bizim yanıldığımızın açık bir göstergesidir. Paşalar kaçmazlar, bunlar çok şerefli ve onurlu insanlardır diyenlerin hepsi maalesef benim gibi yanılmışlar ve hepimizin boyunları bu son manzara karşısında eğik düşmüştür.
Açıkça söylüyorum; söz konusu bu paşa eğer kaçırılmamış ise veya bir şekilde bizlerin veya bizler gibi düşünen kimselerin mahcup olmamız için anlaşılmaz yeni bir senaryoya dolgu malzemesi olmamış ise bu adamların savunulabilecek hiçbir yanlarının olmadığını hep birlikte kabullenmek zorundayız. Suçu olmayan kişi neden kaçsın veya günahı olmayan koskoca general görevinin başındayken neden yurt dışına kaytarsın.
Adalete güvenmiyorum demek bu noktada asla geçerli bir mazeret olamaz. Arkadaşlarınız yıllardan beri içeri tıkılıp durur iken, siz gövdeyi yurt dışına atmakla bana göre en büyük ihaneti sizleri savunan bizim gibi aldanmışlardan daha çok taş duvarlar arasında ömür çürüten kendi arkadaşlarınıza karşı yapmış olursunuz.
Bu olaydan sonra şahsen benim bütün kanaatlerim değişmiş, düşünce dünyam allak bullak olmuş durumdadır. Her alının Hz. Ali olmadığını, her sarıklının molla olamayacağını sürekli olarak tekrarlayan bendeniz, şimdi bu cümleme şu husus da ilave ederek diyorum ki, ‘her büyük şapkanın altındaki adamcıklarda zannedildiği gibi kocamana adamlar değillerdir.’
İnsanoğlu beşerdir ve elbette bazen şaşar. Biz de bu meselede yanıldık ve bizde birçok meseleye de maalesef şaşı bakmışız demek ki.
Yanıldığımız nokta, Ordumuzun demiyorum ama bazı sözde paşacıklarımızın bizim zannettiğimiz kadar temiz olmadıklarıdır. Bu demektir ki, bugüne kadar kabullenemediğimiz bir yapılanmanın varlığı muhtemeldir. Olup bitenlerin büyük ekseriyeti küresel oyuncuların ve onların ayaklarının dümenleri olsa da söz konusu olan durumların birçoğu da maalesef hakikat ve gerçektir.
İçinde kıvranıp durduğumuz yanılgılarımızdan ders çıkarmamız gerekirse bendeniz âcizane şu dersi çıkardım. Bundan sonra öyle Allahtan, Onun peygamberinden ve o peygamberin samimi dostlarından başka hiçbir kimseyi veya kimseleri çok fazla sevmemem gerektiği dersidir. Ben bu dersi aldım ve yanılgılarımın kaynağında bu milletin Ordusuna olan sevgimin olduğunu anladım. Gerçekleri görmeme engel olan sevgimin ve güvenimin dozunu bundan sonra yeniden ayarlamak durumundayım.
Ancak şunu da ifade etmek isterim. Büyük şapkalar altındaki cüce insanlara karşı sevgim azaldı diye Türk Orduna karşı bakışım asla değişmeyecektir. Ordu benim ordumdur ve ona ekmekten ve sudan daha çok ihtiyacım vardır. Ordumuz olmadan bu coğrafya da özgür bir hayat süremeyeceğimize inandığımdan her zaman Ordumun dostu kalmaya devam edeceğim. Ancak, kirli işlere bulaşmış, Ankara’nın temiz havasına küsüp, dış merkezlerden nefes alan veya nefes almış olanlardan da nefret derecesinde tiksinti duyuyorum.
İşgalci medya şimdi çok önemli bir malzeme elde etmişlerdir. Bunu en iyi şekilde değerlendirerek Türk Askerine salyalarını kusmaya devam edeceklerdir. Milletle ordu arasındaki ortak paydaların altını oymak için bu malzemeyi elbette ki bolca kullanacaklar. Bunlara bu malzemeyi veren küçük adamları o noktalara kadar tırmandıranlara da buradan yazıklar olsun diyerek sözümü bağlıyorum. Türk milletinin Ordusunu bu hallere getirenleri de utanmaya, arlanmaya davet ediyorum.