İnsan çok garip bir varlık. Hele bir de kendini bilmezse, varoluş bilgisinden uzaklarda geziniyorsa, yani cahilliği üzerinden taşıyorsa “insanlık” kimliğini tamamen kaybetmiş demektir.
Ruhuyla tanışamamış, nefsinin egemenliği altında yaşayan bir insan profili çizelim: ( Ne kadar da çok, diyeceksiniz.)
Sizi önemli bir makama getiren veya size çok yardımda bulunup sizi minnet (borç) altında bırakan insan(lar)ı pek sevmez veya onları yakınınızda görmek istemezsiniz; çünkü onun varlığı, sizi minnet altında bırakır. Size hep bir diyet borcunuzu hatırlatır. ( Ömer Seyfettin’in “Diyet” adlı hikâyesini hatırlayın.) Hani borçlu, alacaklının dükkânını dolanır ya, onun gibi.
Size iyilik yapan, minnet duyduğunuz bu insanın ölümüne en çok sevinen de siz olursunuz; ama herkesin yanında en çok üzülen, onun için elinden gelen her iyiliği yapan pozisyonunuzu da kaybetmezsiniz. Onun ölümünün ardından taziyeye giderken en önlerde olursunuz, hatta gözyaşları dökersiniz. Ne var ki, bu gözyaşlarının altında gizli ve şeytani bir sevinç yatmaktadır; çünkü üzerinizdeki “borçlu” yükü kalkmıştır.
Tam tersi; size bir kötülük yapanın yaşamasını istersiniz! Bir gün gelir de makamlarınız sizi yükseltirse, size kötülükte bulunan insan(lar)ı çatlatır ve bunun da şeytanî sefasını sürersiniz. Makamınız yükseldikçe onun yanında görünmeyi çok istersiniz. Ona şirin davranarak onu bunaltırsınız. İnsan intikamcıdır.
Bütün bunlar terbiye olmamış insanların işidir; fakat ne kadar da çoktur etrafımızda.
İnsan olmak en büyük sanattır, mirim. Bu sanatı ellerine geçiren insanlar ne muhteşem insanlardır. Ruh arınması olmadan bu sanat ele geçmez ki! Çölde pınara rastlanmaz, ancak serap görülür.
Dost bulmak çok zordur dünyada. Dost, ayrı bedenlerde çarpan aynı kalp gibidir. Dostun kuru toprak gibi olmuşsa, sen yağmur olup ona yağ ki, onun içinden yeşillikler fışkırsın. İçindeki nuru yakabilen için hayat aydınlık bir sahne gibidir; orada el yordamıyla dolaşılmaz, emin adımlarla yürünür.
Olmamış, ham insan, başkalarını oyuna getirip onları mağlup ve mahrum etmeyi sever. Oysa başardığı bu şey, onun en büyük mağlubiyetidir.
Biliyor musunuz, insanları firavunlar köleleştirmez; köle ruhlu insanlar firavunları yüceleştirir. Musa, firavunu yüceleştirmeyince, firavun Nil nehrine gark oldu.
Ne kadar da çok firavunu yüceleştiren insanlar var etrafımızda, dünyamızda; ama bunlar için Nil nehrinin de kızardığını görelim.
Hayat kuyusundaki Yusuf’u iyi korumak gerek, bir gün kervan mutlaka oradan geçecektir.
Köleliğimiz, şehvetimizin şiddetiyle doğru orantılıdır.
Toz ile altın arasında bir ilişki kurabilen, aralarında pek fark da görmeyen bir insanın çözemeyeceği mesele yoktur.
Hayatın bize küsmemesi için hayattan kaytarmayalım derim. Hakikat ülkesine varamayanların, masallar dünyasında konaklamaları kaçınılmazdır. Hayy olanın tecelligâhı olan hayat da asla masal değildir, birleri “geçmişin masalları” dese de.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci