KÖYÜMDE HEM HÜZNÜMÜ DEMLEDİM, HEM NEŞEMİ BÖLÜŞTÜM

D. Ali TAŞÇI

Doğu Karadeniz’in sihirli yeşillikleri arasındayım. Rize/Pazar-Tütüncüler Köyü’ndeyim. Memleketimdeyim. Çocukluğumun serin nefeslerini içime çekiyorum. Anılarımın ağaçlarına sarılıyorum; ne var ki, ağaçların meyveleri dökülmüş, yaprakları sararmış. Hüznün gözyaşlarına dokunmak işte buna denir.

            İnsan yaşlandıkça anılarını dile getirirmiş. Doğru. Hatıralar bizim için adeta kutsal birer sığınak olmuş. Yaşlılık, mazinin hüznünü bile sevdiriyor. Hayatın bir hayalden ibaret olduğunu insan bu yaşlara gelince daha iyi anlıyor. Geçmiş, zaman zaman bir damla gözyaşı olarak yanaklardan aşağıya yuvarlanıveriyor.

            Çocukluğumun ve gençliğimin bir bölümünü yaşadığım topraklar, sinelerinde sırlarımı saklıyor. İşte şu kızılağaç, onun hemen yanındaki elma ve armut ağacı; çocukluk sevdaları, ağaçlara kazınmış duygular! O kadar capcanlı, fakat dokunamıyorsunuz, hayal!

             70’li yılları iyi hatırlıyorum. Arkada dağın haşmeti, önde denizin enginliği; yerde toprak, üstte gök! Bütün bunların arasında geçimini topraktan elde etmek için canhıraş çalışan birkaç insan. Bu küçük dünyanın arasında hayal kurmak bile zor. Ahşap arabamızı hızlandırmak için dingiline sürdüğümüz tereyağını, annemiz görmeden nasıl elde edeceğimizin hayali, uykularımızı kaçırmaya yetiyordu. Her şey doğaldı, yani hormonsuz. Daha neler ve neler..!

            Bölgemizde 80’li yıllara kadar köyler yoğun göç vermemişti. Herkes tarlasından, bahçesinden geçinebiliyordu. Hem nüfus azdı, hem de parayı harcayacak yer yoktu. Modern söylemlerle söyleyecek olursak “feodalizmden burjuvaziye” henüz geçilmemişti. Modernizm, henüz ipini koparmamıştı. 80’den sonra adeta bir patlamayla köyler, şehirlere akın ettiler. Giden dönmüyordu, evler viraneleşiyordu. O yıllarda bir kış köyüme geldim ve evimin eşiğinde oturarak ağladım; ne var ki, sesimi duyan olmamıştı, karakuşların dışında.

            Köyde kalanlar, hayatlarını burada sürdürenler de vardı. Özellikle arazileri geniş olanlar köyden dışarı çıkmadılar ve toprağa bağlı kaldılar. Bunlar, köyü terk edenleri de alaylı bir biçimde suçladılar. Ne var ki, zaman onları haklı çıkarmadı; gidenler zenginleştiler ve geliştiler. Farklı bir biçimde köye geldiklerinde, köyde kalan arazi ağaları, onları hâlâ kabullenemediler ve bir gün bunların kendilerine muhtaç olacaklarını söyleyip durdular. Bu dirençlerine rağmen, çocuklarına bile sahip olamadılar, onların da şehirlere doğru akın etmelerinin önüne geçemediler.

            Evet, gidenler bugün köylerine geri dönüyorlar. Köyler artık eskisi gibi değil. Yollar genişlemiş, asfaltlanmış ve köyler her türlü şehir nimetine kavuşmuş. Şimdi köye dönenler, arazilerinde güzel güzel evler yapıyorlar ve tatilleri için sıcak yuvalar hazırlıyorlar. Dönenler zengin ve kültürlü dönüyor. Ufukları geniş. Siyaset, sanat, bilim, edebiyat, düşünce artık onların gündemlerini meşgul ediyor. Geçim derdi kalmayınca sanat ayaklanıyor. Köyün sığ ve kısır döngülü birkaç kelimelik dedikodularına pek itibar etmiyorlar. (Etmiyorlar da, köyde biraz uzun zaman kaldıklarında yıllar öncesinin insanı oluvermekten de pek kurtulamıyorlar.)

            Köyümüze yol geldiğinde ilk defa köy bakkalı açılmıştı. Büyükler, bakkal için “para tuzağı” diyorlardı. Satılan ne vardı ki, iki bisküvi arasında bir lokum; ama onun tadını bir de bana sorun! Köyde ilk defa bakkal açan aile, köyün arazi yönünden en fakir olanlarından biriydi. Siz de düşünün, aynı sonuçla karşılaşacaksınız; çünkü bu bir sosyolojik gerçekliktir: Ticaret, geleceğe açılan kapıdır, bunu, toprağa bağlı olmayanlar daha kolay gerçekleştirebilir.

            Köylü misafirperverdir, hangi köye giderseniz gidin, sizi üç gün yağ-balla besler; ne var ki, dördüncü gün yiyip içtiklerinizi burnunuzdan getirebilir; çünkü kısa metrajlı bir düşünce ve anlayış içerisindedir, ufku dardır. Ama şimdi farklı, artık köyde karşılaştığınız insanlar şehirli ruhu taşıyor. Ne var ki, dostluklar mesafeli.

            Köylerde dini hayat da tek boyutluydu, gelişemiyordu; çünkü bilgi düzeyi zayıftı. Tesbih çeken eller, pek çekinmeden tetik de çekebiliyordu. Şehre gidenlerin birçoğu bazı dini özelliklerini kaybettiler, evet; ama hiç ummadığınız ailelerin çocukları medeni-dindar olarak şimdi karşınızdalar ve size örnek oluyorlar.

            İslam dini şehirli bir dindir. Bedevileri medenileştiren bir dindir. Bu millet şehirli oldukça İslam’ı daha yakından tanıyacak ve ona gönül verecektir. Dönüş dinlere değil, DİN’edir. Bugün yaşananların temelinde bu dönüşüm sancısı bulunmaktadır. Yeter ki eğitimi insan fıtratına uygun verebilelim.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci