Kul hakkı yemek, başkalarının haklarına musallat olmak büyük günahlardandır. Allahın merhameti sonsuzdur. Ancak; Allah kullar arası hakları yine ancak kulların affedebileceklerini buyurmaktadır. Bu buyruk çok derin anlamlarla yüklüdür. Bu demektir ki, her şeyin yaratıcısı olan Allah bile kullar arsında ki hak, hukuk terazisine müdahale etmemektedir. Onun nezdinde her kul eşit haklara sahiptir. Hiçbir kimsenin günah işlemek veya başkalarının başına musallat olma gibi bir hakkı yoktur.
Yüce Allah faizi ve rüşveti haram kılmıştır. Buna rağmen kullar bu konularda kendi çıkarlarınca içtihatlar geliştirmiş ve bu iki önemli haramı ifade eden kavramların içlerini boşaltmışlardır. Siz eğer, faizin adını kar payı, rüşveti de dost ikramı olarak anlar veya yorumlarsanız, kendi adınıza kendi günahlarınızı yok saymış olursunuz. Böylesi bir durumun ucu Allah korusun şirke kadar uzanır.
Bugün bu memleketin insanları, boğazlarına kadar faize veya rüşvete maalesef boğulmuş bulunuyor. Siyası rüşvet ayyuka çıkmış, her türlü kul hakkı çiğnenir olmuştur. Dün onlar yandaşlarına nimet veya makam dağıttılar, bugünde bizim hakkımızdır demek; onlar çaldıysa, bizimde çalma hakkımız vardır demeye benzer. Bundan dolayıdır ki, ben veya bizimkiler merkezli bir dünya anlayışı bütün sosyal adaletsizliklerin veya beşeri katliamların kuluçka makinesi gibidir.
Kendi malından bile başkalarına verirken bunun bir ölçüsü vardır. Devletin imkanlarını dağıtıyorsan benzer konularda çok daha adil olmak zorundasın. Devletin malı herkesin ortak malıdır. Ortak olan bir malı keyfince yandaşlarına peşkeş çekemezsin. Makamları dağıtırken, işi yandaşına değil de, o işi ehline verdiğin zaman doğruyu yapmış olursun. Bizden önceki iktidarlar hep kendi kadrolarını işe yerleştirdiler, ş,imdi de sıra bizimkilerde dediğiniz zaman öncekilerden hiçbir farkınız kalmaz.
Bir toplumda adalet terazisi yanlı tartmamalıdır. Adalet terazisinin taraflı tarttığı toplumlarda kul hakkı günahı zirve yapar. Dün bu memlekette bu günah çokça işlendi, bugünde benzer şekilde işlenmektedir. Yetimin hakkı yenmekte, mazlumlar zalimlerin merhametine terk edilmiş durumdadır. Güçlünün güçsüzü ezdiği, zenginin fakiri sömürdüğü, yalancıların doğruyu söyleyenleri korkutup sindirdiği toplumlarda haktan veya hakkaniyetten bahsedemezsiniz.
İşi ehline vermek varken, makamları yandaşlarına peşkeş çekenler bunun hakkını nasıl vereceklerini neden hesap edemezler. Nasıl olurda doktor varken kasapların eline neşteri verirsiniz. Nasıl olurda dar gelirli insanları Bankaların soygun alanına mahkûm edersiniz. Nasıl olur da, çalışanları patronun kölesi durumuna sürüklersiniz. Nasıl olurda bir onbaşıyı bir binbaşıya komutan edersiniz. Bütün bunlar kul hakkı değil de nedir acaba?
Siyası güç bende, dilediğimi canım istediğine dağıtırım demek inanan bir insanın kendisine hak olarak görebileceği bir davranış şekli değildir. Kimin malını, ne hakla kime veriyorum sorusunu her inanan insan kendisine sormak zorundadır. Kendisine bir makam teklif edilen kişi de kendi egosuna yenik düşmeden, acaba ben bu yükü kaldırabilir miyim sorusunu mutlaka kendisine sormalıdır. Nasıl ki her hangi bir insan, kendi çocuklarının hakkı olan mal varlığını toptan size devretmek istediğinde o ikramı kabul edemezseniz, birçoklarının hakkı olan ve sırasını bekleyen yetişmiş insanların sırasının önüne geçmek isteği de bir nevi kul hakkıdır. Bana bugün, gel seni falan Hastaneye cerrah olarak atayalım deseler, emin olun ki ürperirim. Benim ürpermem bir yana, şifa bekleyen hastalara da yazık etmiş olurlar.
Bizler kul hakkı derken, birilerinin cebinde ki üç kuruşunu cebellezi etmek şeklinde anlarsak veya bunu maddi değerlerle sınırlarsak çok ciddi bir kavram ve anlam kargaşasına yem oluruz. Böylesi bir değerlendirme sonunda büyük günahlara düşeriz. Haksız yere insanlara iftira atıyorsan, haksız yere insanların huzuruyla oynuyorsan, haksız yere insanların özellerini deşifre edip siyası çıkar malzemesine dönüştürüyorsan vallahı da billahi da yatacağın yer yoktur. Allah cümlemize kul hakkından uzak kalma şuuru nasıp eder inşallah.