KUR’AN SEFERBERLİĞİ

Sadık HÜR

Halkının % 99’u Müslüman olan ülkemizde her şeyin seferberliği teşvik edilirken, maalesef Kur’an kitabını okuma ve anlama seferberliği bugüne kadar yapılmamıştır.

Her yaşta okuma yazma seferberliği var, sportif faaliyetlerde her türlü teşvik var, yaz kursları-yaz okulları her yaşta devam eder, yüzme kursu, bale, jimnastik, dans… Aklınıza ne gelirse hepsinin kursları ve faaliyetleri yoğun bir şekilde devam etmesine rağmen yüce kitabımız Kur’anı okuma ve anlama seferberliği niçin yapılmaz?

Bütün ilimlerin esas kaynağı olan kitabımız neden okutulmaz, neden teşvik edilerek seferberlik düzenlenmez?

Çok mu zararlı, çok mu tehlikeli görülür?

O zaman toplattırın, yasaklayın. Yok, eğer çok iyi kitapsa okutulmasını, anlaşılmasını sağlayın!

Devletin milletine karşı olan sorumluluklarından biri de Kur’anı öğretmektir. Eğer devlet bunu kendi eliyle yapmazsa, o zaman merdiven altlarında yapılmaya çalışılır.

Ülke genelinde yapılan bir araştırmaya göre; 42 milyon insanın hiç Kur’an okumayı bilmediği ve Kur’anla ilgi kurmadığı tespit edilmiştir.

18 milyon insanın da sadece küçük yaşta Kur’an’ı yüzünden okumayı öğrenerek sonrasında terk ettiği görülmüştür. 10 milyon insanımızın ise Kur’anı yüzünden okumayı zaman zaman devam ettirdiği ancak anlamıyla ilgilenmediği görülmüş, geriye kalan 2 milyon Kur’an’ı okuyup mealini anlamaya çabaladığı tespit edilmiş. Çok az insanımızın da Kur’an’ı ezberleyerek hafız olduğu ve Kur’anın tefsiriyle ilgilendiği tespit edilerek yapılan bu araştırmada insanımızın Kur’an’la olan alakasını gösteren tablo ortaya konmuştur.

Kur’an kitabımız, Allah’tan bize gönderilen bir mektup, bir mesaj hükmündedir. Bu mektubu neden okumayız, neden ilgilenmeyiz? Mektuptan şüphemiz mi vardır, yoksa mektubu açıp okumaktan mı korkuyoruz? Ne hikmettir bilinmez. Bu tablo ile mektubun sahibine gidip mektupla ilgili sorulara cevap vermenin zor olacağı anlaşılmaktadır.

Hani bir hikâye vardır. Adamın biri ölmüş, mezara koymuşlar. Ahret-imtihan komisyonu gelmiş, mezardaki adama ‘sen kimsin’ diye sormuşlar, o da ‘Müslüman’ım’ diye cevap vermiş. Ardından Müslüman olduğunu tespit etmek için ‘kitabını verin eline bir okusun bakalım’ demişler ve yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i adamın eline vermişler. Adam dünyada hiç görmediği kitabı alarak açmış bakmış, evirmiş çevirmiş ‘bu benim bildiğim kitaplardan değil’ diye cevap vermiş. Komisyon başkanı ‘bu adamı başka komisyona gönderin’ diyerek diğer suallere ihtiyaç duymadan sevk etmişler. Bunun üzerine adam itiraz ederek ‘ben doğru bir adamım, ben adaletli biriyim, benim dünyada nüfus kâğıdımda Müslüman yazıyordu, başka komisyonlara beni neden sevk ettiniz?’ demiş. ‘Müslüman kitabını okuyamadın, bu komisyonda sadece kitabını okumayı bilenler diğer sorulara muhataptır.’ diyerek, zebanilere yani oradaki görevlilere teslim etmişler. Bu temsili hikâye bize ebedi yolculuğun akıbetini göstermektedir. Devlet halkına karşı böyle bir sorumluluk görevini yapmadığından bu devleti yönetenler acaba ahiret komisyonuna ne diyecekler? Onlar hangi komisyonda yargılanacak veya hangi komisyona havale edilecekler? Bunun idraki içinde midirler? Ceylan derisinden koltuklara oturup, elektronik masalarda işlem yaparak maaş almanın hesabını esas komisyona vereceklerdir. Siyasetçiler, isteseler sorunları kırk yol bulup çözerler, istemeseler kırk bahane bulup örterler. Birileri Kur’anla olan ilişkilerimizi sadece mezarda okunan kitap; raflarda süs gibi duran, saygı duyulan, bayram günlerinde öpülerek başa koyulan ve miting kürsülerinde siyasi malzeme olarak kullanılan bir anlayışla sürüp giden bir ilişki ile uyutup, gerçek yönünü, hayat kitabı olduğunu, perde arkasına bırakarak devam ettirmek istemektedirler. Meclise bir teklif vererek bayrağımız ve yüce kitabımız Kur’anın bedava dağıtılmasını temin edici bir yasanın düzenlenerek gerçek değerlerini ortaya koymayı becermeliyiz. Aslında Kur’anı öğrenmek –anlamak her insanın ve bilhassa Müslümanların asli görevlerindendir. Bu uğurda kafa yormak ve mesai harcamak her Müslüman’a farzdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i orijinalinden okumak ve okuduğumuzu anlamak, anladığımızı hayatımıza tatbik etmekle O’na gerçek muhatap olduğumuzu ispat etmiş oluruz. Aksi halde hikâyedeki adamın akıbetine uğramaktan başka bir netice alamayız. 

Mehmet Akif, bir şiirinde Kur’anın anlayarak okunmasının önemine dikkat çekerek;

“Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak nede fal bakmak için”
deyip Kur’anla olması gereken alakamızı en güzel şekilde bizlere bildirmiştir.