Sabah uyandığımda bazen yataktan kalkasım gelmiyor. Hayır, hasta filan olduğumdan değil, vücudum hantallaşıyor, adeta dünyaya çıkmak istemiyorum. Çok zaman bunun nedenlerini düşündüm ve sonunda bir karara vardım:
Sabah uyandığımda, dünyada beni çekecek bir oluşum varsa, yani sevdiğim kişiler beni bekliyor ve sevdiğim olaylar cereyan edecekse, yatağımda kalamam, oradan fırlar ve beni çeken neyse, onun peşine canla başla koşarım.
İnsanları sevgileri ve sevgilileri yönetiyor ve yönlendiriyor. İnsanın yönü ve kıblesi hep sevgiliden yanadır.
Bir makama müdür olarak atanmış bir arkadaşım vardı. Hanımı anlatıyor; Sabahleyin zorla yatağından kaldıramadığım adam gitti, onun yerine sanki pire gibi bir adam geldi; sabah olmadan uyanıyor, giyiniyor ve erkenden işine koşuyor.
O aslında işinden öte, sevdiği şeye koşuyor: Makama, insanlara hükmetmeye, saygı görmeye, nefsini öne çıkarmaya gidiyor.
Bir çocuk, okuldaki arkadaşından tehdit almıştı. Her sabah cıvıl cıvıl uyanıp, neşeyle okula koşan çocuk gitmiş, yerine tembel, hantal, sorumsuz bir çocuk gelmişti. Bir anda onu bu denli değiştiren şey neydi?
Araştırıldığında görüldü ki, okula onu bağlayan özgürlük ortamı, yani sevgi gitmiş, yerini korku ve dolayısıyla nefret almıştı. Korku sevilebilir miydi?
Hayat aslında karmaşık gibi gözükse de, derinliğine inildiğinde sevgi ve sevgilinin egemen olduğu bir görünüm sergilemektedir. Herkes sevgilisine koşar adım yürümektedir. Hayattaki bütün kıpırdanmalar bunun içindir.
Bir insan, bir diğerini öldürüyorsa, orda da sevgi ve sevgili yatmaktadır. Hatta orda sevgi yoğunlaşması ve taşması vardır, demek daha doğru olur. Hiç öyle şey olur mu, demeyin.
Bir insan, bir insanı niçin öldürür? Birkaç örnekle anlatmaya çalışayım:
Namusuna dil uzatıldığı veya tecavüz edildiği için.
Canına kastedildiği için.
Malına, onuruna halel geldiği için.
Bunları çoğaltabilirsiniz; ne var ki sonuç değişmez.
Namusunu çok değer verdiği veya toplumsal baskı dolayısıyla kendi nefsini sevdiği ve küçük düşmekten korktuğu için adamı öldürmüştür.
Kendi canını çok sevdiği için, başkasının canını hiç düşünmemiştir.
Malına ve onuruna çok düşkün olduğu için karşı tarafın canına kıymıştır.
İntihar mı diyorsunuz?
Eğer bir akıl tutulması yoksa, orda da ilahlaştırdığı sevgisinin yerle bir olması, ona karşılık bulamaması sonucu, yine sevgisini öne çıkararak, sevgisini küçük görenlerden canıyla intikam alma isteğidir. Burada daha çok sevgi taşması söz konusudur.
İflas eden tüccar intihar etmiştir. Neden? Daha önceki onurunu, toplumun ona karşı duyduğu sevgiyi kaybettiğini anlamıştır da ondan. Sevgisiz yaşanmayacağının farkındadır.
Sevdiğimiz yemeği yeriz, sevgilimizin olduğu yere gideriz. Sevildiğimiz ortamlarda mutlu oluruz.
Ne var ki, sevginin iki boyutu vardır. Biri iyi ve faydalı, diğeri kötü ve tehlikelidir.
İyi ve faydalı olan, sevgiyi, yaratılış kanunları çerçevesinde kullanmaktır. Nefse dönük sevgi değil, ruha dönük sevgi. Bu sevgi bencil değil, evrenseldir ve her varlığı kuşatır. Her bitkinin köküne verilen su gibi dirilticidir. Pozitif bir görünüm sergiler.
Kötü ve tehlikeli olanı ise, nefse dönük olan sevgidir. Pire için yorganı yakar. Sel suyu gibidir, bütün bitkileri öldürür. Negatif bir görünümü vardır. Yatırımı yalnız kendisi için olduğundan, kendisine ve diğer varlıklara da zarar verir; çünkü yaratılış kanunlarına ters düşmektedir.
Ürettiğimiz şey, insanları ve bizi özgür bırakıyorsa, istediğimiz kadar üretebiliriz; fakat bizi ve insanları köleleştiriyorsa, ürettiklerimiz, kendimiz ve insanlık için tehlikelidir.
Hepimiz istisnasız sevgi üretiyoruz. Ürettiğimiz sevgi nefsimize dönük ise, bu bencilliktir ve orada savaş ve kölelik vardır. Sevgimizin yönü ruhumuz ise, burada da barış ve özgürlük vardır.
Sabah uyandığında, Mutlak Sevgilinin kendisini hayata çağırdığını düşünen insanın ruh dünyasındaki açılımı anlamak için, öylesine bir uyanışı yaşamak gerekir. Mutluluk işte bu çağrının içinde gizlidir. Başarı ve insanlığa hizmet de bunun içinde vardır.
İnsan sevginin ve sevgilinin kaynağını bulduğu zaman, ruhu sükûna erişir ve mutlu olur. Deneyiniz, gece yatağınıza girerken ve sabah uyandığınızda sevgilinizin sesini duyuyorsanız, hayat sizin için bir gül bahçesidir ve siz hayat yorgunu değilsiniz.
Yavrusunu alıkoyduğunuz deveyi ötelere götürmekte zorlanırsınız; çünkü onun gözü de gönlü de yavrusundadır. Büyük bir sevgiyle bizi yaratan Allaha aşkla yönelmeyen kalp, taştan da öte katılaşmıştır.
Bu tip kalplerin yoğunlaştığı bir dünyada yaşıyorsak, nefes alıp verişimiz bile işkenceye dönüşecektir. İşte bu, uygarlığın nefs sevgisinin egemenlik savaşıdır.
Oysa ruhlarına dönük sevgiye ulaşanlar, medeniyetin doyumsuz bahçelerinde sonsuza dek at koşturacaklardır.
Koşan atlar sevgiliye doğru gidiyor. Senin sevgilin kim?
Bu söylediklerim, bütün güncel hayatımızı kuşatmıyor mu? Dolayısıyla da günceli yazmış olmadım mı?
Not: 26 Ocak Pazar gecesi, Ümraniye Haldun Alagaş Spor Kompleksinde, altmış civarında sivil toplum kuruluşunun ortaklaşa düzenlediği Filistinle Dayanışma Gecesi muhteşem oldu. Organizeyi yapan İhya-Dere ve onun başkanı Harun Budaklara teşekkür ediyorum, bizlere böylesine bir gece yaşattıkları için.