Ahmet R. Küçükusta'nın köşe yazısından bir kesit
Bizim çocukluğumuzda, bırakın 'kutu sütlerini' 'şişe sütü' bile icat edilmemişti. Sütü de birçok başka şeyi de, meselá yoğurdu... hatta balığı bile kapıdan geçen seyyar satıcılardan alırdık.
Sütçüler genellikle atlarının iki tarafına astıkları güğümlerle satış yaparlardı. Kupa şeklinde galvanizli tenekeden değişik boylarda ölçekleri olurdu; biz evden tencere ile gider annemizin istediği kadar süt alırdık.
Sütü aldıktan sonra onu hemen ocakta kaynayıncaya kadar ısıtmak biz çocukların görevi idi. Ateşteki süt kaynamaya başlayınca da taşmaması için ocağı biraz kısar ve kabaran sütün köpüklerinin üzerine üflerdik. Sonra sütü ateşten indirir ve bir süre beklerdik. Ancak iyice soğuduktan sonra buzdolabına (demek ki buzdolabı varmış o zaman) koyardık. Sütün üzerinde neredeyse yarım santim kalınlığında kaymak oluşurdu.
Devir kutu sütü devri
Zamanımızda en çok tüketilen kutu sütleri. Bunların gazetelerde, televizyonlarda, sinemalarda... her gün her yerde müthiş reklámları yapılıyor. Ayrıca, bu sütleri öyle eski usul kaynatmaya gerek yok, çünkü bunlar UHT denilen sistemle, yani çok yüksek ısılara maruz bırakılarak, meselá 135-150 derecede 2-4 saniye tutularak içlerindeki tüm mikroplar öldürülüyor. Bu sütler kutuları açılmadığı takdirde 4 ay bozulmadan kalabiliyorlar.
Ağzı kapalı günlük şişe sütlerine gelince. Bunlar pastörizasyon denilen bir yöntemle, meselá 72 derecede 15 saniye tutularak mikroptan arındırılıyor. Şişe sütlerini hem her markette ve her zaman bulmak mümkün değil ve hem de bunların ömürleri kutu sütüne göre çok kısa; ancak 3 gün.
Günümüzde büyük şehirlerde artık açık süt veya çiğ süt bulmak neredeyse imkánsız. Satılsa da alan da olmaz herhálde, çünkü bunların 'hastalık yapan mikrop saçtıklarına' dair müthiş bir negatif propaganda var. Tabii bir de günümüz insanının, kapıdan sütçünün geçmesini bekleyecek... sütü alıp ocakta ısıtacak zamanı ve sabrının olmadığını da hesaba katmak lázım.
Zurnanın zırt dediği yer
Sütün içilmeden ve değişik şekillerde kullanılmadan önce yüksek ısılara tabi tutulmasının sebebi, içinde bulunabilecek zararlı mikropların öldürülmesi; başka bir deyişle sütün 'kesilmesinin' önlenmesidir.
İşin püf noktası da burada zaten. Sütte hastalık yapabilen mikroplar bulunabildiği gibi, probiyotikler de denen vücut için faydalı 'dost mikroplar' da bulunuyor. Bunlar, bırakın hastalık yapmayı, tam aksine sağlıklı yaşayabilmemiz için mutlaka gerekli olan mikroplar. Bağırsaklarımızdaki mikropların yüzde 85'inin bu dost mikroplardan oluştuğunu ve bunların hastalık yapıcı olanlarının üremelerini önlediklerini de belirtelim ki mesele daha iyi anlaşılsın.
İşte, bu ısıtma işlemi sırasında da zararlı mikroplarla beraber 'sütü süt yapan', onu asıl faydalı kılan probiyotikler ve bunların ürettikleri enzimler ve vitaminler de istenmeden tahrip oluyor.
Isıtma yöntemleri içinde sağlığımız açısından en iyisi bizim çocukken yaptığımız 'süt pişirme' işlemi, yani sütün bir taşım kaynatılması. Pastörizasyon ve özellikle de UHT denilen yöntem ise 'iyi-kötü-çirkin tüm mikropları' öldürdüğü için sütü süt olmaktan çıkarıyor. Çünkü, süt içinde bulunan probiyotikler sebebiyle çok faydalı bir içecek, onları yok ettiniz mi inek sütünün sinek sütünden bir farkı kalmıyor.
Gelelim neticeye
Bugün, yazdıklarımı hikáye gibi okuyup 'Yahu bu adam gene ne yazmışsa anlamadık' diyenlere seslenmek istiyorum:
Ben size Heredot Cevdet gibi 'masal anlatmıyorum'. Tıbbi... teknik... bilimsel bilgiler veriyorum; anlamak için tabii ki kendinizi azıcık sıkmanız gerekiyor. Buna niyetiniz yoksa ve yazılarımın sadece 'gelelim neticeye' kısmını okuyanlardansanız, size diyeceğim şudur: Varsa ve güveniyorsanız daima açık sütü tercih edin, yoksa şişe sütü, o da yoksa kutu sütü alın.