Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar.
Geçen hafta, Üstad Necip Fazıl hakkında söylenenleri yazdım. Bu hafta ise, Üstad konuşsun; çünkü onun görüş ve düşüncelerine çok ihtiyacımız var. Özellikle gençlerin onu tanımaları adeta farzdır; çünkü o, gençliğin manevi babası idi ve bu babalığını da devam ettiriyor.
Yüzün üzerinde kitap yazdı. Hakkında 25 kitap, binlerce yazı, makale yazıldı, yazılıyor. Birçok dergi onunla ilgili özel sayılar hazırladı. 50 civarında tez, 9 yüksek lisans tezi, 6 doktora tezi yapıldı onun düşüncesi, şiiri, aksiyonu hakkında. Böyle bir insan, dünyanın başka yerinde olsaydı, neler olurdu, neler? Üstadın yetiştirdikleri bugün çok üst düzeyde görev yapıyorlar; Üstadlarına sahip çıkmak, en başta onların görevi olmalıdır. Kaldı ki bugün gelinen tıkanıklığı açacak olan da yine Üstadın görüş ve düşünceleridir; çünkü o, evrensel mesajın yılma savunucusuydu.
İşte onun kaleminden son devir manzarası:
1839-1908- Tanzimattan 2.Meşrutiyete: Müflis, içten.
1908-1922: Mahküm, dıştan.
1922-1939: Makbul, Batılı efendilerce.
1939-1950: Memur,
1950-1960: Mecbur,
1960-1978: Mahrum, içten ve dıştan, topyekün.
Giden şey İslamdı, gelen şeyse hiç!
Amerika: Muhteşem hiç!
Gerçek ve derin Müslümanda şeriat, iyice bilindikten ve anlaşıldıktan sonra, tek zerresi ve noktası değişmez ve feda edilmez, topyekun dünya ve kainatın bütün mesele ve davalarında mutlak mizan üssüdür.
Gerçek ve derin Müslümanda tasavvuf, din sarayının iç esrarına ait bütün bir kemal ve marifet hazinesidir ki, başında ve sonunda davayı, aynı sarayın dış mimari cephesi ve ölçüler manzumesi olan şeriat mizanına tatbik etmekle kemallendirir ve şeraite, mukaddes kabuğunu teşkil ettiği büyük ruhu refakat ettirir. Bizzat şeriatın teşekkülünü emrettiği bu ruh olmazsa, kabuğun içi boş kalır; kabuk olmayınca da hiçbir şey olmaz, yahut her şey batıl olur.
İnsanoğlu, bizde ve bu son devirde alçalmaya bırakıldığı kadar, hiçbir zaman ve mekanda bırakılmadı.
Aklımı gerdim, gerdim, kopacak kadar gerdim ve gördüm ki, akıl sınırlıdır ve ötesine yol verici değildir. Resulün ruh feyzine sığındım, teslim oldum ve kurtuldum. (Gazali) Kahraman, işte bu noktaya varmış olandır.
Felsefe, hakikati bulmanın değil, ancak birbirinin yanlışını bulup çıkarmanın ve ebediyyen hakikatten mahrum kalmanın aleti. Felsefe, gökleri zıpkınlama işi.
(Arapça ve Farsça kelimelerin atılıp, yerine uydurukçanın getirilmesi çabaları için) Besbellidir ki, atılmak istenen şey dil değil, Türkün ruh cevheridir. Sadece ihanet!
Dünyayı imar, hakikatte, dünyayı gaye sananların değil, vasıta kabul edenlerin, yani bizim davamızın, İslam inkılabının hak ve vazifesidir. Allaha inanılmayan yerde, hakikat ve esas göziyle, tek taşı ayakta durdurabilmenin imkanı yoktur.
Ordu için ordu yok, millet için ordu vardır
Bu inkılabın kadınlarında vekar, haya, iffet, mana, şahsiyet, eda öyle cömert bir ifade bağlayacaktır ki, dünyanın en havai erkeği bile yüzlerine bakarken, ürperecek, onlara karşı hürmetten başka bir şey duymayacaktır.
İslam inkılabının ruhunu dökeceği kalıp gençliktir.
İslamda idare şekli yok, idare ruhu vardır.
Milliyet görüşümüz, Türkü fırlak kemikler, çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar kadrosunda, yani hor ve kaba madde planında aramaz. Türkçülerin yaptığı, içi, sarısı boşaltılmış yumurta kabuğuna kuluçkaya yatmaktır.
Allah sevgisi, her şeyi sınırlayan mutlak sınırsızlıkta kaybolmanın hudutsuz fışkırış noktasıdır. Onu sev, yanıp kül oluncaya kadar sev!..
Allah Rasulünü sev! Ne kadar? Yalnız ona Allah demeyecek kadar
Ona Allah dememek şartiyle ne dense hepsinin az geleceğini bilecek kadar!..
Hürüz; fakat kendi istediğimiz ve olduğumuz gibi değil, başkalarının dilediği ve olmaya zorladığı gibi
Cebren gelen hürriyet!..
Mademki zorluk bu kadar müthiş, o halde tam yolun üzerindeyiz; mademki tam yolun üzerindeyiz, o halde yürüyeceğiz ve erişeceğiz. Mademki ıstırap bu kadar büyük, mazhariyet ve devlet de o nisbette azim olacaktır.
Lafımın dostu, çilemin yabancısısınız.
Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım / Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım / Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana/ Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana.