Hepimiz bir kuşatma altındayız. Tek başımıza, hatta devlet olarak da bu kuşatmayı kırmaya gücümüz yetmiyor. İşin en trajik yönü, çoğumuz bu kuşatmanın farkında bile değiliz.
Medyadan söz ediyorum:
Post modern bir dayatmanın tam içindeyiz. Birçok insan on beş dakikalık bir şöhret için her şeyini vermeye razı. Televizyona çıkmak ve ünlü olmak için akıl almaz işler yapılıyor. Genç genç insanlar çabuk gelen şöhrete ulaşmak için böcek yemeye teşne gözüküyor.
Bütün özel çabalarına rağmen şöhrete ulaşamayan birinin mazereti hazır:
“Profesyonel yardım alamadım!”
Genç artık hiçbir şey düşünmüyor ve düşlemiyor; TV izlerken şöhretlerin yerine kendini koyuyor, onlarla özdeşleşiyor ve dizinin kahramanı oluyor. Gerçek âlemden kopup, sanal âlemde at koşturmaya başlıyor. Arada bir gerçek dünyayla karşılaşınca da bocalıyor ve bunalıma giriyor; çünkü iç çatışmasını aşması pek mümkün değildir.
Yalnız odasında internet sörfü yaparken, annesi tarafından yemeğe, yani gerçek dünyaya çağrılan bir gencin fırtınalarını anlamak öyle kolay bir şey değildir. O genç, odasından yemek masasına çağrılmıyor, sanal âlemin yedi kat göğünden yerin en diplerine çağrılıyor! İşte travma, kıyamet o zaman kopuyor ve “isyan” kaçınılmaz oluyor.
Sanal dünyada, bin bir renkli avizeler altında kendinden geçen bir genç için, gerçek âleme dönmek ölümdür! Kim ölüme direnmez ki?
O zaman ne yapacak ki bu genç, sanal dünyasından hiç kopmayacaktır; çünkü ondan kopmak onun için çok acıdır. Uyuşturucu alacaktır. Uyuşturucu, sanal âlemin adeta pasaportu gibidir. Uyuşturucu, nefsin tasavvufudur ve insana yedi âlemleri dolaştırır.
Model olarak kendine seçtiği ünlü de (modern şeyh) uyuşturucu alıyorsa- ki almasa zaten post modern şeyh olamaz- işte o zaman bu genci bu seyr-ü sülükten alıkoymak adeta mümkün değildir.
Gençler TV ve İnternette çoğu zaman yanlış olan ve inanılmaması gereken bilgilere ulaşıyorlar. Bu negatif durum onların ruh ayarlarını bozuyor. Ayarsızlık, onların yaşam biçimi haline geliyor. Ayırt edici güçten yoksun kalıyorlar. Bu durum, onların gerçek hayatla tanışmalarını engelliyor.
Sekiz yaşındaki bir çocuk, bilmem neyin ne olduğunu öğrenmek istiyor; çünkü kocaman ülkelerin devlet başkanları, dünyayı sarsan şöhretler onunla suçlanıyor.
Yanlış modelle büyüyen çocuklar, ülke yönetimini ele alınca işte kıyamet o zaman kopuyor: Dünya bir sanal âlemdir ve o da oranın kralı durumundadır. O zaman Irak da işgal edilecektir, Afganistan da, Suriye de! Fakat oraları işgal etmeden önce, oranın gençlerinin beyinlerini işgal ediyorlar. Bunun için de bir direnişle karşılaşmıyorlar; çünkü gelenler, post modern şeyhlerdir ve onlara sonsuz bir “zevk” vaat etmişlerdir. Onlar da o şeyhlere biat etmekten başka bir şey yapamazlar. Vatan algısı artık değişmiştir.
Bencil, merhametsiz, duygusuz, korkak, saldırgan, gerçekten uzak yaşayan bir kuşakla artık karşı karşıya bulunuyoruz. Çocuklarımız, bizim, onları dışarıdan gördüğümüz gibi değil, bambaşka anlayış ve kabullerin militanı konumundalar.
O zaman da kuşaklar arası çatışma kaçınılmaz oluyor. Hoş, bir önceki kuşak da onlara, kendilerini tanıtacak bir şey vermedi ki! Zaten bunu yapacak güç ve eğitime de sahip değildi. Sadece elinde fırsat olmadığı için bütün bunları yapamadı, hepsi bu!
Çocuklarımızın nefs yurdundan, ruh vatanlarına dönerek asıl kimliklerine kavuşmaları artık mümkün değil midir? Yoksa onlar artık kaybolmuş bir nesil midir?
Bu konuda hepimizin endişeleri vardır. Tek başına, hatta tek bir devletin başarabileceği çok fazla bir şey yoktur. Dünyadaki akil adamların bir araya gelmesi olabilecek iş midir, bilemiyorum.
Ne var ki dünyayı yönetmeye kalkışan devlet başkanları – çok özür diliyorum – bilmem ne sörfü yaparsa, bir diğeri gayrı meşru ilişkisini neredeyse yasa haline getirirse, kimi kime emanet edeceğiz?
Fakat elbette çaresiz değiliz. Aslında olup bitenler, bir hedef sapmasının neticelerinden başka bir şey değildir ve anlayan insanlara doğruyu gösterir. Aslında en güzel öğrenme yolu, zıtlardan ders almaktır. Ahlakı, ahlaksızlardan öğrenmek en kestirme yoldur, bilene.
Bütün mesele, çocuklarımızı, erginlik çağına kadar manevi bir eğitimden geçirmektir. Bilgi ağırlıklı değil, duygu ağırlıklı bir eğitim olmalıdır bu. Zaman içinde bunun semeresini görürüz.
İnsan fıtratı sonsuzlukla kodlanmıştır. Bu fıtrat, ahiret ve sonsuz yaşam fikriyle doldurulursa, sanal âlemin iğdiş edici saldırılarından korunmuş olur. Hakikatin sonsuzluğuyla tanışamayanlar, masallar ülkesinin bireyleri olmaktan kurtulamazlar; çünkü varlık boşluk kabul etmez. Olumluyla dolmayan yer, olumsuzun saldırısına uğrar. İnsan da savaş meydanı olur.
Çocuklarımıza gayb eğitimi vermeyi öncelemeliyiz. Allah ve ahiret kavramlarını onların zihinlerinde netleştirmeliyiz. Gayb eğitiminden geçmemiş biri yalnız, savunmasız ve dünya meydanında kurbandır. Herkesin ne yaptığı değil önemli olan, senin Hakikat adına neler yapabildiğindir. Amentü’yü kavrayamayan bir genç, hayatın içine değil, milenyumun kuyusunun dibine düşmüştür. Bu sadece ülkemiz için değil, bütün dünya gençliği için geçerli bir hükümdür.
TV dizileri birer masaldan başka nedir? Hakikatin sonsuzluğunu tadamamış insanlar masallara karşı zaaf içindedirler; bu, onların olmazsa olmazıdır. Aslında masalı küçümsemiyorum, bilakis önemine vurgu yapmak istiyorum. Dedim ya, masalın olağanüstülüğüne kapılanması, ona gerçek manada dünyalar sunulmamasındandır.
Bir gün hayatımızın da bir masal olmasını istemiyorsak, Hakikat’in sıcak ve munis yüzüyle tanışmak zorundayız.
Çocuklarımız aslında kendilerine sunulan yalan ve aldatıcı dünyaya, kendilerini kurban ederek isyan ediyorlar.
Ne var ki, İsmail olmaları da zor değildir; yeter ki babalar İbrahim, anneler Hacer olabilsin.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci