Adamlar çıkıp başkalarının yolsuzluklarını, ahlaksızlıklarını eleştirirken, kendilerinin zımnen sütten çıkmış ak kaşık olduklarını da söylemiş oluyorlar. Mangalda kül bırakmadan “bu soysuzların” soyunu sopunu araştırıp güya hepsinin ipliğini pazara çıkarıyorlar. Söyledikleri, yazdıkları şeylerin doğruluk payı olsa da aslında bunlar hak yerini bulsun diye değil, adalet terazisi doğru işlesin diye değil, nefis putlarını daha çok cilalamak, dünyalıklarını çoğaltmak, keyiflerine keyif katmak adına bütün bunları yapıyorlar. Bunlar, Allah’tan başka her şeyin kulluğunu yapmaya bayılırlar.
Bir de bakıyoruz ki, aynı insanlar, hararetle üzerine gittikleri pisliklerin tam içine batmışlar. Yolsuzlukları ayyuka çıkmış. Ellerine geçen her gayrı meşru fırsatı sonuna kadar değerlendirmişler. Her gün fakirlerin, az gelişmişlerin yanında olduklarını söyleyenler, milyonluk kâşanelerde oturmayı kendilerine hak bellemişler.
Bir yerde bir cinsel saldırı veya ona benzer bir şey olsa, hele de bunu “Müslüman” birileri yapmışsa, günlerce değil, yıllarca dillerinden düşürmezler. Ne var ki, fırsat ellerine geçtiği anda zinanın en diplerinde pisliğin içine batarlar.
Bir kötülüğe karşı çıkmak elbette erdemdir ve güzel bir davranış biçimidir; lakin o kötülüğü kendin yapmadığın müddetçe. Hayatları zinayla, her türlü katakulli ile geçen insanlar kalkıp adaletten, doğruluktan söz etmeye başlamışlarsa, orada bir dengesizlik var demektir.
Vicdan, herkesle yapamadığın bir şeyi, başkalarıyla da yapmamayı emreder. “Haram fırsat”ları kaçırmayan insanlarda vicdan aranmaz. Konuştuklarında ahlak filozofu kesilirler de, ellerine fırsat geçtiğinde dünyanın en zalimi, en alçağı olup çıkarlar.
“Ben kazandım, kime ne?” deseniz de, kazançlarınız tümüyle helal olsa da har vurup harman savuramazsınız. Kazançlarınızı toplum içindeki düşkünlerle paylaşmak zorundasınız. Yanınızdaki çorba yerken siz her gün kebap yiyemezsiniz. Yerseniz, toplumda kıskançlığı alevlendirir ve bir gün bu alevin içinde yanarsınız.
ABD, bir iki yüzyıl önce Afrika’dan getirdiği siyahî kölelere ve dünya üzerinde bulunan milletlere yapmış olduğu ırk ayrımı ve zulmün faturasını bugün ödemeye başladı. Bugün olmasa bile bir gün bu zulmünün karşılığını görecek; çünkü dünya üzerinde zulüm hiç meyve verememiştir.
Kendileri dünyanın tüm nimetlerini sömürüyorlar, sonra da “eşitlik, adalet, özgürlük” diye yine kendilerinin uydurdukları kavramsal putlarla insanlığı uyuşturuyorlar.
“Suyu Arayan Adam” isimli kitabında Şevket Süreyya Aydemir bir olay anlatır.
Moskova’da öğrenci iken, komünist arkadaşlarıyla bir yurtta kalır. Öğrenciler arasında yurdun bir de yöneticisi vardır. Yurdun yatakları hiç iyi değil. Öğrenci lideri yatakların iyileşmesi için çok uğraşır ve sonunda tek bir adet iyi yatak yurda gider. Fakat herkesin hakkını savunan o komünist öğrenci lideri, yatağı alıp kendi ranzasına yerleştirir. Buna itiraz edenlere de “Bu benim hakkım, siz de kim oluyorsunuz?”diye çıkışır. “Ben komünizmin notunu o zaman vermiştim.” diyor, Aydemir.
Öldükten sonra bir dünyanın varlığına inanmayanlar veya inançlarında zayıf olanlar, haksızlığın karşılığını mutlaka en acı biçimde ödeyeceğine imanı olmayanlar; Allah’ı, hayatlarından çıkaranlar adil olamazlar; çünkü Mutlak Adalet kavramları gelişmemiştir. İnsanoğlu, manevi dünyasını yıktığında, helal-haram demeden köstebek gibi sürekli mal yığar; sonunda da o malı yiyemeden dünyadan göçer.
Nefsine düşkün insanın adaletine, hakkaniyetine, ahlakına güvenilmez. Hele bu tip insanlar iktidarı ellerine geçirirlerse işte o zaman olacak olanlar olur. Feraset ehli insanlar, yüzlerine bakarak onları tanırlar ve söyledikleri şeylere asla inanmazlar.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci