Yeryüzündeki Müslümanlar şaşkın! Neyi, nasıl ve niçin yapacaklarını henüz bilemiyorlar. Zaman ve zemin kayması yaşıyorlar.
Yüzyıla yakın bir zamandır Müslümanlar, dünyada, bağımsızlığın getirdiği hür bir fıkhı (hukuku) yaşayamadılar. Sürüp giden zaman içinde kendi kültür ve medeniyetlerine yabancılaştılar. Böyle olunca da zaman ve zeminlerini kaybettiler ve bu durumun getirdiği “kendin olamama” hastalığına tutuldular. Bu hastalığın, sosyal ve kişisel bünyede kanserden daha tehlikeli sonuçlar doğurduğu, bugünün dünyasına hekimlik gözüyle bakıldığında anlaşılmaktadır.
Olmayanların, mekân ve hukuk istemleri boşunadır ve sonuçsuzdur. Her inanç veya siyasal yapılanma, kendi oluşturduğu fikri düzlem içinde yaşamak ister; bu, onun hem en doğal hakkıdır, hem de mutluluğu için vazgeçilmez beklentisidir.
Bir dönem “ikna odaları”nda Müslüman kızları ikna etmeye çalışanlar ve bu işte de başarılı olan üniversite yöneticileri vardı. Haksız mıydılar? Hayır! (O dönemin muktedirleri, bugün ağırlaştırılmış müebbed hapisle cezalandırıldılar. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste, dememiş boşuna atalarımız.)
Kendi kurdukları düzen ve bu düzenin en başat bir kurumu olan üniversitelerinde, onların “huzur”unu bozacak bir davranışın içine girmek olabilir miydi? Buna müsaade edebilirler miydi? Bu “anayasal” suçtu ve kendi açılarından da doğru bir okumaydı.
“İkna olanlar”a niçin bakmıyoruz?
“Ne işiniz var sizin o kapılarda?” denmez mi size? Hem müslümanım diyorsunuz, hem de salyangozu yemek sofranıza koyuyorsunuz. Daha kapısında, dininizin bir sembolü olan başörtülerinize elleri uzananların, içeride ruhunuzu infilak ettirmeyeceklerinden emin mi oldunuz, denmez mi?
Ya şimdi? Kendi kendilerine “ikna” olup hiçbir kavrama sahip olmadan üniversiteli olmaya çalışanlar? Sizin kavramlarınız yoksa, kavram oluşturup bir dünya kuranların bayraklarını sallamak zorundasınız.
Üniversite okumayalım mı? Okuyalım, ama bir şartla! Dünyada senin kurduğun ve adını da senin verdiğin bir ilim yuvası yoksa nereyi okursan oku, ruh ve yaşam bağımlılığından kurtulamayacaksın. Hiçbir devlet, kendini içten kemirecek bir oluşuma izin vermez; verirse zaten bağımsız olduğunu söyleyemez. Dünyaya kavram ihraç eden bir yerin varsa istediğin yerde okuma hakkın vardır; çünkü sen bağımsız bir bireysin, yani köklüsün. Kölenin hukuku olmaz; ona Cuma namazı bile farz değildir.
(Ara not: Trafikte bir sürtüşme anında karşınızdaki sürücü üniversite mezunu ise görün kargaşayı! Neden? Üniversiteyi bitirmiş ya! Hak aramaz, senin hakkını gasp etmek için çırpınır durur. – İyilerini tenzih ederiz.- Dünyayı kana bulayanlar, savaşları çıkaranlar çobanlar değil, üniversite mezunlarıdır.)
Sade bir Müslüman düşünün; yalnızca kendini günahlardan korumak, dininin ona yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmekten başka bir niyeti yoktur. Büyükşehirde yaşıyor ve sokağa çıkıyor; otobüse, vapura biniyor. Gözlerini bağlasa yürüyemeyecek, açsa ve sağa sola baksa –ona göre- cehennem çukuruna yuvarlanacak! Çünkü baktığı yerlerin birçoğundan günah fışkırmaktadır. Bu günahlar da onun ebedi âlemini yok edeceklerdir. Ve bütün bu acılarını, yıkılışlarını, hatta yokoluşlarını “özgürlük, insan hakları…” adına kimseye anlatamıyor. Anlatsa “çağdışı” yaftasını yemekten korkuyor. (“çağdışı” onların kavramı.) Nedeni işte bu, kendi kavramlarını oluşturamadı, onlara zaman ve zemin ayıramadı şu yeryüzünde. Şimdi bundan daha mağdur bir insan hayal edilebilir mi? Ne işin var senin sokakta, şurada burada? Köyüne git, dağları yurt edin ve dişlerini ağacın kovuğuna geçir ve ölümünü bekle!..
Ya sokakta, iş yerinde, şurada burada aleni günah atomlarıyla ruhları delik deşik olan Müslümanların akıttıkları ruh kanlarını kim dindirecek? Dindirmeyi bıraktık, böyle bir şeyden haberi olan kaç yaralı gönül vardır?
Dünyada güzel şeyler de olmuyor değil. İnsanlar yüz yıllık hayal âleminden yavaş yavaş uyanıyorlar. Elbette Türkiye de bundan nasibini alıyor. Her şeyin bir limiti olduğu gibi, kötülüğün de bir limiti vardır ve o limite yaklaşılmaktadır, diye düşünüyorum. Fakat inadım inat, sanayi mamulleri, tekstil, nükleer silahlar vb. ihracatının yanında kendi kavramlarını ihraç edemeyenler bağımsızlıktan söz etmesinler; çünkü kavram, medeniyetin çocuğudur. Medeniyet kuramayanların bütün varlıkları tapusuzdur.
Az da olsa birçok Müslümanın kafasında kavramlar oluştu, oluşmaya başladı. Her fırtına, diriltici yağmurları da beraberinde getirir. Niçin yaratıldığının farkında olan ve bu bağlamda hayatını tanzim eden mübarek insanlar yeryüzü coğrafyasını vatan yapmak üzere güneş gibi doğmaya başladılar. Sabah namazında secdeli alınlara vuruyor şavkları. Ümit burağına binip ufuktan ufuğa mirac ediyorlar. Hüzünlü gönüllere ilaç oluyorlar. Kim veya kimler diye sormayın, kendinizi buna layık görmüyor musunuz?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci