MEDENİYET RÜYASI GÖRMEYE BAŞLADIK

D. Ali TAŞÇI

 

Bir arkadaşımız yakınıyordu: “Nereye gittiysem mutlu olamadım. Çok iyi niyetle şunlara yanaştım, iyi niyetim kötüye kullanıldı. Hah, tamam, bunlar hoştur dedim, içlerine girdim, ruhum sancıdı. Aradığımız galiba bunlar, çok onurlu duruşları var, dedim ve onlara yanaştım; onursuz davranışlarından iğrendim. Ne yapacağımı bilemiyorum!”

Hani meşhur hikâyedir; savaşı kaybeden kumandana, savaşı hangi sebeplerden ötürü kaybettiği sorulur. Kumandan sebepleri saymaya başlar: “Bir, barutumuz bitti!” “Tamam” der, ondan hesap soran kişi, “Anlaşıldı, başka sebep sıralamana gerek yoktur!”

Yeryüzü Müslümanları yüz elli yıldır sanki bir kötü rüyayı yaşıyoruz. Kâbuslar içindeyiz, karanlık tünellerde debelenip duruyoruz.

Dünyada Müslümanlar izzet içinde yaşıyorlar, diyebilmemiz için, tüm azgınların saldırısına karşı direnebiliyor olmaları gerekmektedir. İşte o zaman özgürlüğü hak etmiş olurlar. Yoksa hiçbir “cemaat” senin ebedi derdine derman olamayacaktır.

Cemaatleri küçümsemiyorum; ama Osmanlıda cemaat olmadığını biliyorum. İslam’ın devlet olduğu zamanlarda cemaat bölücülük unsurudur, fitnedir. Ne vardır? Teb’adaki müminlerin iç dünyalarını eğiten gönül ustaları vardır; ama falan-filan cemaat reisi yoktur. İnsanlara maddi ve manevi olarak ulaşan ve onların her derdiyle ilgilenen bizzat devlettir. Orda “cemaat” devlet içinde devlet olacağından nifak unsuru olur.

Cennetten gelen insanlara, cennet yolunu kapatırsanız, fıtratın köpürdüğünü görürsünüz. Osmanlı zayıf kalınca, Fransız İhtilali’nin uyuz mikrobu “milliyetçilik- ırkçılık” ona bulaştı; çünkü bünye zayıflamıştı. Osmanlı cemaatlerdeki sızmalar ve etnik grupların çatışmasının alevleri sonucunda yandı, küllerini de paylaşanlar paylaştı. Zayıf atın kıblesi belli olmazdı.

Afganistan için yıllarca gözyaşlarımız kurudu, dua dua ellerimiz karıncalandı. Tam kurtuldu derken, kendi içlerindeki “cemaat-kabile” çatışmalarına sahne oldular ve acıların içine gark oldular.

Iraklılar “Şii-Sünni” çatışması ile yıllarca birbirlerini yediler; sonunda ABD’ye yem oldular.

Filistin, yıllarca intifadada İsrail’e karşı onurlu bir direniş gösterdi. Ne var ki, kendi içindeki onursuz cemaat taassubuna kurban gitmek üzere. Suriye bildiğiniz gibi.

Deniz çekilince, denizin içindeki moloz yığınları varlık kavgası peşine düştüler.

Bütün bunlar bir şeyin göstergesidir:

Allah bize diyor ki:” Ey Müslümanlar! Kıyamete kadar Hak-batıl savaşı devam edecektir. Siz Hakk’ı temsil eden Müslümanlar parçalanır ve dağılırsanız, küçük hesapların adamı olursanız, batılı başınıza musallat ederim ve yaptıklarınızın karşılığı olarak dünyada zillet içinde yaşarsınız. Ama birliğinizi pekiştirirseniz, size dünyada güç ve izzet veririm.””

Yaşadığımız zilletler, bizi özümüze döndürür de İslam’ı yeniden anlamaya çalışırsak, bugün dünyada çektiğimiz zilletler bizim için nimet olur. Afrin’i bu anlamda bir nimet olarak karşılamamız gerekir. Bu hareketle ilk defa “yerli ve milli” adım attığımızın da farkında olalım.

Bu arada ülkemizi terk edenlere rastlanıyor, rastlanacaktır. Üzülmeye hiç gerek yok, içimizi bulandıranlar temizleniyor! Bardağın içindeki çamurlar temizleniyorsa, bundan sonra temiz su içeceğimiz anlamına geliyor demektir.

Anlıyor muyuz, dünyada “İslam Birliği” olmadan nefes alamayacağımızı ve bunun da tam zamanı olduğunu. Her ne kadar halkı Müslüman olan ülkelerin başları ele geçirilmişse de zaman, bu birlikteliğin olma zamanıdır. Zaman, asırlarca dünyayı yöneten bu milletin tekrar dünya sahnesine çıkma zamanıdır. Bu zamanı iyi değerlendirmek için olması gereken lider de vardır. Ve bu lider, dünya Müslümanlarına azim, şevk ve umut vermektedir.

Cemaatimizin (Bizi bir anlık mutlu etse de) dar koridorlarından çıkarak, Ümmetin perişan halini görmek gibi bir gayretimiz olmayacak mıdır? Iraklıların petrolleri, paraları, villaları vardı; şimdi canları bile kalmadı. Irak, İran’a vurduğu zaman intihar etmişti; çünkü kardeşini vuruyordu. Suriye’de olup bitenler zaten insanlık dramı!

Bunun Şii’si-Sünni’si, Türk’ü-Kürt’ü kalmadı; bu bir küfür tsunamisidir ki, beşikteki bebeği de götürüyor! Yarın Allah’ın huzurunda iğrenç egolarımızın hesabını veremeyiz.

Seviniyorum; çünkü “demokrasi” adına yola çıkanların ne kadar yalancı, hilekâr ve acımasız olduklarını gördük. Hak ile batılın ayrılık zamanlarında Hakk’ı göremeyen gözlerden daha kör göz yoktur!

Seviniyorum; çünkü bazı saf Müslümanlar, saf İslam’ı tek başına adeta “yetersiz” bulup, bazı kanlı-katil ideolojilerle tamamlamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Umulur ki, bundan sonra Allah’ı, O’nun bize kendini tanıttığı gibi onu tanırlar.

Arkadaşımız nasıl mutlu olsundu? Susayan ruhuna su arıyordu. Ruhun suyu İslam’daydı ve İslam, cemaatlerin ötesinde bir Ümmet diniydi.

Zavallı saksı bitkisi, açmış olduğu çiçekle baharın geldiğini zannediyor! Ben bahara bahar mı derim, bahçelerde rengârenk çiçekler, türlü türlü meyveler, sebzeler boy vermeyince.

 
Bütün saksılarımızı meydanlara çıkarsak, yine de bahar gelmez; bahar geldiği zaman eğer toprağa bir tohum atmıyor, atamıyorsak!

Müslümanlar, medeniyetlerine kavuşmadan ne dünyada rahat yüzü göreceklerdir, ne de medeniyet rüyası göremeyenler, ahrette rahat edebileceklerdir!

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci