28 Şubat “post modern” darbesinin üzerinden 24 yıl, yaklaşık çeyrek asır geçti. Ülkesini seven, milleti için her fedakârlığa katlanmayı görev bilen, millilik vasfına gönülden bağlı, insanları Allah’ın emaneti olarak gören bir iktidar ve onun Başbakan’ı Necmettin Erbakan, karanlık güçlerce iktidardan indirildi.
Bahanelerin bini bir para, dış güçlerin planlamasıyla, içteki kuklaları harekete geçti ve tarihe bir kara leke sürüldü. Aslında İkinci Abdülhamid devrildikten sonra Türkiye’de millî bir iktidar kurulamadı. Her şeyiyle Batılı ve onun kopyası iktidarlar yönetti ülkemizi. Eğitimden ekonomiye, kültürden dış politikaya her şey buna göre ayarlandı. Bu düzene göre nesiller yetiştirildi ve hayata salındı. Ve olanlar da oldu; hatta olmaya da devam ediyor.
Size bir belge sunuyorum:
“1941’de TBMM kürsüsüne çıkan Antalya Milletvekili Rasih Kaplan şu konuşmayı yaptı: “ Size bir misal arzedeyim: Antalya’dayım, Müdde-i umuminin (savcının) yanında müftüyü gördüm; isticvab ediliyordu (sorgulanıyordu). Hayret ettim, çünkü Antalya’daki müftü ta Milli Mücadele’den bugüne kadar müftümüzdür. Milli Mücadele’de çok çalışmış karakterli bir arkadaştır. Kendisi, cürüm (suç) ve ceza ile alâkası olmayacak derecede sâkin, iyi ahlâklıdır. Binaenaleyh müftü gittikten sonra sordum. Müdde-i umumi (savcı) dedi ki: birisi (…) bir ihbarname veriyor: “ Dün öğle namazında camiye gittim. Müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra baktım, müftü namaza başlamadı, dikkat ettim, dudakları kıpırdıyor, Arapça kamet getiriyordu…” Müdde-i umumi bunun üzerine takibata başlamış…” ( TBMM zabıt Ceridesi, 1:55, 23.5. 1941, c.1, s.144.)
Değişen bir şey yok, değil mi?
İnsanın aklı, mantığı almıyor diyeceğim; ama her ihtilal, darbe, muhtıra… dönemlerinde bu ve buna benzer şeyler yaşanmadı mı, bu ülkede? İnsanın, bu ülkeyi yönetenlerin, bu milletten, bu milletin değer yargılarından, inançlarından ne alıp veremedikleri var, diye sorası geliyor? Ya Hu, adamın dudakları kıpırdadı diye, onun ne dediğini duymadan onu sorguya çekmek!.. Ya da, müftüyü şikâyet eden de cami cemaatinden biri; senin ne işin var camide, madem?.. Tövbe Ya Rabbi!
Değerli dostlar, yukarıdaki olaydan 46 yıl sonra “28 Şubat” denilen bir lağım seli yaşamadık mı? İliklerimize kadar inanç ve değer yargılarımızın sorgulanıp zulmedildiği günleri unuttuk mu sanıyorlar? Gencecik kızlarımızın sokaklarda sürüklendiği, üniversitelerden atıldığı, işgal güçlerinin yapmadığı rezaletler bu milletin çocuklarına reva görülmedi mi? Başörtüsünü görünce, kızıl görmüş boğa gibi saldıran insan kılıklı çukurları, her gün televizyonlarda, caddelerde, sokaklarda, salonlarda görmedik mi? (Maalesef hâlâ görmeye devam ediyoruz.) Görmekle kalmadık, bütün bu zulümleri, viski kadehleriyle demlenen kafalarla cadı avına çıkarcasına mest olmuş medya mensuplarının şehvani akışlarına şahit olmadık mı? Eğitimlerinden alıkonulan binlerce başörtülü kızlarımıza zulmedilmedi mi? “Filan lisenin çatısında iki genç yakalandı! Flaş!.. Flaş!..” Neymiş? “Namaz kılıyorlarmış!” Biz bu günleri ve bu zalimleri görmedik mi?
Ellerine fırsat geçsin, bilenmiş kinleriyle ülkeyi 28 Şubat sürecinden daha büyük bir kıyıma uğratmaktan asla çekinmezler. Konuşurlarken, yazarlarken görmüyor musunuz, ağızlarından ateş, kalemlerinden nefret dökülüyor.
Şunu bilmemiz gerekiyor: Bunlar din düşmanı değil, İslam düşmanıdırlar ve artık bunu da evirip çevirmeden söylüyorlar ve buna göre yaşıyorlar. Körler görmese de.
Şimdi geldiğimiz durağa bir bakalım:
28 Şubat mağdurlarının ruh dünyası bize hâkim midir? 28 Şubat’ın baskıyla yapamadığını, “özgürlük” denilen ve ne idüğü belirsiz olan bir yapı mı yapmaya başladı? Kuyuya düşmeyince Mısır rüyası görülmez, ama Mısır’a gitmeden mi çöllerde dağıldık, yitmeye başladık?
Özgür ortamda insan kalabilmek, baskı zamanlarında insan kalabilmekten daha zormuş.
Artık görelim nesillerimizin durumunu ve Adana’ya çay tohumu ekmekten vazgeçelim.
Bu ülkede iktidar olmak için nesilleri, köklerine göre hazırlamak, ruh dünyaları sağlam kuşaklar yetiştirmek zorunluluğu vardır. Bunun mefhumu muhalifi, Osmanlı’yı yıkmak için Tanzimat’tan beri yapılan hazırlığı görmek lazım. Zihniyet oluşturmadan zihin üretmek, sonunda kendi kuyunu kazmaktır. Teknolojik yatırımlarımıza sevinebiliriz de, bir asırdan fazla bir zamandır kök salmış olan yaban zihniyeti değiştirmedikçe, o geliştirdiğin zihin ürünü teknoloji, Allah korusun, yarın, senin iktidarın döneminde okullu olan nesillerce senin aleyhine kullanılabilir; çünkü zihniyet yine yaban ve yabancı. Boğaziçi bir küçük kıvılcım sadece.
Ak Parti muktedir bir iktidar düşlüyor ve düşünüyorsa (94 ruhu diyor), yeniden teşkilat içerisinde çok kapsamlı bir manevi eğitim başlatmalıdır. Bu başlangıcı, İstanbul İl Başkanlığı’na yeni atanmış bulunan ve Millî Görüş geleneğinden gelen Sayın Osman Nuri Kabaktepe’nin yapmasını, içi yananlar beklemektedir.11 milyon civarında üyesi bulunan bir parti bunu başarabilirse, Türkiye rahat bir nefes alır, diye düşünüyorum. Erbakan Hoca’nın en çok üzerinde durduğu “Önce ahlâk ve maneviyat” seferberliğine önayak olmalıdır. Bunun için nerede kendini yetiştirmiş bir sohbet ehli varsa onlarla irtibata geçmeli, onları bulmalı ve her vilayette öbekler oluşturarak gençlerin iç dünyaları aydınlatılmalıdır. Anladık ki, bu iş okullarda olmuyor, bu son hamleyi yapmak birinci görev olmalıdır.
Ne günlere geldik, diplomalar çoğaldıkça insanlık azalıyor. Mars’a çıkıp koloniler kurabilirler de insanın insanı ezmesinden ve onları sömürmekten asla vazgeçmezler. Nefislerini ilah edinenlerin dünyasında, “La ilahe İllallah” demek ve o doğrultuda mekân oluşturmak kahramanlık ister.
28 Şubat, zulmün içinde gelişen ve imanları coşturan müthiş bir enerjiydi; fakat bu enerjiyi Şubat sonrasında tutabilecek depolardan mahrumduk.
Bizim çocuklarımız da “nefislerini ilah edinenlerin” dünyalarının vatandaşı olacaklarsa, 28 Şubatlara rahmet mi okuyalım?
Müslümanlar Allah’ın dinine tam teslim olmadıkça, 28 Şubatlar değil bin yıl, kıyamete kadar sürer.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
NOT: Erbakan Hoca’nın ahirete irtihalinin onuncu sene-i devriyesinde ona Allah’tan rahmet diliyorum. Şahidiz Hocam, haza Mü’min ve Müvahid’din.