Canım sıkılıyor, dünya bana dar geliyor. Gök kubbe sanki tepeme iniyor, nefesim kesiliyor. Hz. Mevlâna imdadıma yetişiyor:
"Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da, hür ol, ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?"
Nefsimi tanımakta zorlanıyorum. Kâh sağa koşturuyor beni, kâh sola. Kimi ihtiraslara kurban ediyor, kimi de umutsuz duyguları içime boşaltıyor, onu tanıyamıyorum.
"Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Hariçte görülen putlar, birer yılandır, halbuki nefis putu bir ejderhadır" diyor o Pir ve beni bana tanıtıyor
.
Çevremde olup bitenlere dayanamıyor, kıskanıyor, haset ediyorum. İçime ateşler düşüyor, yanıyor, yanıyorum. Derdimin devasını verecek doktor bulamıyorum. Mesnevi'den ölüyü diriltecek şifalar dökülüyor yüreğime:
"Şunu iyi bil ki; bu beden, hased evidir. Ev halkı, bedene ait bütün duygular, idrak, işitme, görme, takdir etme duyguları, hased yüzünden kirlenirler, pis bir hale gelirler.
"Beden hased evidir; ama Allah, kâmil insanların bedenlerini tertemiz etmiş, arındırmıştır."
İçimden kötü kötü duygular geçiyor; gururumdan başımı hiç eğmek istemiyorum. Sanki âlem benim kulum-kölem olmuş da baş eğiyor bana. Kibrimden başım dönüyor:
"Şüphesiz Cenab-ı Hakk, cehennemi kötü kişiler için, cenneti de iyi kişiler için ibadet yeri (mescid) olarak yarattı. Hz. Musa, o iç ağrısı gibi herkesi rahatsız edici olan kavim (İsrailoğulları), kendilerini başka kavimlerden üstün görmesinler, başları eğilsin diye, Kudüs kalesinin kapısını ufak, alçacık yaptırmıştı."
İçimdeki İsrail ölüyor ve ruhumun Musa'sı canlanıyor. Canlanıyor; ama daha çocuk yaşında. İçimde padişahlara meyil var, zenginlerin karşısında boyun kırmak gibi bir alışkanlığım duruyor:
"Ey dünyada mevki sahiplerinin, zenginlerin karşısında yerlere kapananlar, sizler Hakk'ın dergâhına, o yüksek kapıya lâyık değilsiniz. Temiz olanlar şeker kamışı gibi manevi şekerlerle doludurlar, siz, içi boş birer kamışsınız."
İçim boşalıyor, ruhumun boşluğuna şekerler doluyor.
İçim durmuyor; nefsimin ve şeytanın vesveseleri bitmiyor: "Bunca bilim, teknoloji, uzay çağı, telekomünikasyon, internet ağları!"
Beyitler bomba gibi beynime iniyor:
"Vehminizi, düşüncenizi, duygunuzu, anlayışınızı çocukların kamıştan atı gibi bilin."
Allah'ım, bugünkü "bilim" bir vehim midir yoksa? Çocukların kamıştan atı gibi midir?
"Gönül ehlinin bilgileri kendilerini taşır; beden ehlinin bilgileri ise kendilerine yük olmuştur."
"Çünkü Cenab-ı Hakk, "Din kitabını taşıyıp da onunla amel etmeyenler, kitap taşıyan eşeğe benzer" buyurdu. Hakikati bildirmeyen, Hakk'tan olmayan bilgi insana yük olur."
Modern dünyanın türlü türlü tanrılarının egzotik duruşundan "acaba"larım vardı. Bu "acaba"lar duruluyor ve Hâlik'e teslimiyete dönüşüyor.
Şeytanın hileleri bitmiyor. Gezip eğlenme, para kazanma, ev bark, çoluk çocuk derdine düşürüyor.
"Şeytan seni kâh gezip eğlenme, kâh dükkân açıp alışveriş etme, bolca para kazanma, kâh ilim uğruna, kâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür. Bazen altın gümüş, bazen erkek evlât, güzel kadın sevdasına düşürür."
"Bütün bu isteklerin seni rahatsız ettiğini anla da bu hayalleri aklından çıkar. Bu lüzumsuz şeyler, bu fani istekleri gönlünden süpür at. Aklını başına al da, bu hayallerden kurtulmak için hemen "La havle velâ kuvvete illâ billahi'l azim" oku. Ama yalnız dille değil, canla, gönülle oku."
Mesnevi'yi okudukça insanlığımı buldum. İnsanlığımı tanıdıkça mutlu oldum. Bu mutluluğum, âleme iyi gözle bakmamı sağladı.
"Gerçekten de insanın asıl gıdası Allah'ın nurudur. Ona hayvan gıdası vermek lâyık değildir. İnsanın asıl gıdası ilâhi aşktır, ilâhi akıldır. Fakat manevi hastalığı yüzünden insan asıl gıdasını bırakmış, bu suyu içmekte, toprak ürünleri ile beslenmektedir."
Rabbim, kendi dostlarını tanıtacak göz ve gönül versin hepimize. Dünyanın ağırlığını kaldırsın üzerimizden.