Dünyanın derin kuyularına düşüp, gökyüzünün aydınlık yüzünü göremeyen insanlara ölümü hatırlatınca, adeta cinnet geçirmeye başlarlar: “Şimdi onun zamanı mıydı? Daha yapacak çok işimiz var. Hele bir yaşlanalım, ondan sonra düşünürüz…”
Yunus’un muhteşem dörtlükleri imdadıma yetişir:
“ Kimisi dördünde, kimi beşinde / Kimisinin tacı yoktur başında.
Kimi altı, kimi yedi yaşında / Ne söylerler ne bir haber verirler.”
İnsanın tüm besini ekmek-su olunca, fanilik duygusu ondan alınır. Bu durumda ölüm asla akla getirilmez ve ondan kaçmak için her türlü çareye başvurulur. Tarih boyunca gelip geçmiş tüm insanları toplasanız ve onları silahlandırsanız, ölümün karşısında yok olup giderler; ölüm sapasağlam yerinde durur.
“ Toprağa gark olmuş nazik tenleri/ Söylemeden kalmış tatlı dilleri.
Gelin duadan unutman bunları / Ne söylerler ne bir haber verirler.”
Aslında dünyanın en görkemli yerleri çok katlı apartmanlar, kuleler değil, mezarlıklardır. Karacaahmet’in önünden geçerken bile, toprağın içinde terleyen kemikleri hissedemiyorsanız, fani dünyanın sarhoşluğu aklınızı ve gönlünüzü sele vermiş demektir.
“ Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet/ Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde/ Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?”
İnsan, yaşadığı vatana ihanet ederse cezaların en büyüğü ile cezalandırılır. Fani olan vatana ihanetin bedeli böyle olunca, ebedi olan vatana ihanetin karşılığı acaba nasıl olur? Devlet sırrının düşmana verilmesi böyledir de, ya senin vücudun, varlık vatanının sırrını en büyük düşmanın şeytana vermende bir sakınca görmemeni nasıl izah edebiliriz?
Kaset savaşları Türkiye’yi sarsıyor, şeytanın böcekleri damarlarında dolaşırken hâlâ asıl vatan kaygın yoksa, sana ölüm de ibret olmayacaktır.
Yunus’u dinleyelim:
“ Ey yarenler, ey kardeşler ecel ere ölem bir gün/ İşlerime pişman olup kendözüme gelem bir gün.
Yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim/ Karşıma gele amelim, nittim ise bulam bir gün.”
Hani zaman zaman bazı camilerde, kendilerini “er kişi” olarak pek kabul etmeyenlerin yakınlarının uzakta durduğu cenaze namazlarına rastlarız. Şanlı şöhretliler oralara akın ederler. Merak etmişimdir, acaba o tanıdıklarının cenazesine niçin gitmişlerdir? Son yolculuğunda, dostuna bir kerecik son görevini yapmayacaksan ve üstelik de müslüman olduğunu iddia ediyorsam!.. Ah o musalladaki bir konuşabilse?..
“ Ölenler yeniden doğarmış; gerçek / Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
“ Bu ağır hediye kime gidecek/ Çakılır çakılmaz üstüne kapak?” (NFK)
Sonucuna katlanmak üzere, elbette herkesin inancı kendinedir. Fakat size bir şey söyleyeyim mi? Faniliği, gönlünde yurt edinmiş, ölümle dost olmuş ve ahiret inancını keskinleştirmiş bir insanın duruşu, yürüyüşü, davranışı bir başkadır, dostlar. “Ölüm bize ne uzak, ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?” lider, öncü duruşu işte budur.
Yunus ile başladık, onunla bitirelim:
“ Gele şol Azrail tuta/ Fayda etmez ana, ata,
Binem şol ağaçtan ata/ Gidem hey dost deyi deyi.”