Sarhoşun verdiği cevabı duyunca, sarhoşu sevmenin ötesinde, söyledikleri karşısında derinden sarsıldım ve ona adeta hayran kaldım.
Sarhoşun biri, Ramazan ayında bir dergâhın önüne varır. Vardığı yerin neresi olduğunu bilmeden, dergâhın önünde duran müridandan yemek ister. Müritler, onun bu sarhoş haliyle ve üstelik Ramazan ayında kendilerinden yemek istemesini hoş karşılamaz ve onu dergâhtan uzaklaştırmaya çalışır.
Olup bitenleri dergâhın üst katından seyreden Şeyh Efendi, müritlere müdahale ederek, sarhoşa yemek vermelerini söyler. Müridan da bu emrin karşısında boyun bükerek sarhoşun önüne bir tabak içinde yemek bırakır.
Sarhoş afiyetle tabaktaki yemeği yer, bitirir; fakat tabağın içindeki birkaç zeytine hiç dokunmaz. Bu durum müridanın dikkatini çekmiş olacak ki, sarhoşa, o zeytinleri niçin yemediğini sorarlar.
Sarhoşun verdiği cevap can yakıcıdır:
“ Zeytinin adının Kur’an’da geçtiğini duymuştum; sarhoş ağzımla onu yiyerek kirletmek istemedim!”
İnsan ilişkilerimiz ne kadar zayıflamıştır. Biz insanları eğitirken, onların değer yargılarına karşı cephe alarak, kutsallarını küçümseyerek onlara artı bir değer kazandırabilir miyiz?
Kendi kendime hep sormuşumdur: Filancaların bir işi veya davranışı yapıp yapmamaları, benim değer yargılarıma ters düştüğü için mi kızmışımdır, yoksa onu yapanlara zararı dokunacak diye mi? Söylemlerimin merkezinde “ben” mi varım, yoksa “o” mu?
Söylemlerimin merkezine “ben”i koyunca, ne kadar bencilce olduğumun farkına varabiliyor muyum? En basitinden bir anne veya baba, çocuğuna: “ Yavrum, şunu yapar veya yapmazsan; dersine çalışmazsan, ben üzülürüm.” cümlesinde, merkezde kim vardır? Ebeveyn. O çocuk bu terbiyeyle büyürse, onun mutluluk algısının merkezinde de hep kendi dışındakiler olmayacak mıdır? Onu da geçtik, bu çocuk hiçbir zaman kendisi olamayacak ve kendini tanıyamayacaktır. Kendisini tanıyamayan insanın mutluluğu söz konusu olabilir mi?
Bunun yanında bütün değer yargılarının merkezine de kendimizi koyarsak, bencillik baş gösterir. Bu durum kibrin, gururun bir göstergesi olur. İnsan, insanlığı ilgilendiren yasaları kendisi koymaya çalışırsa, ya başkalarının kölesi durumuna düşer, ya da bencilce bir tavır sergiler ve ilahlığa kalkışır. Bunun ölçüsü olmamalı mıdır?
Bunun ölçüsü, mimarın ölçüsü dışında ev kurulursa o ev yıkılır, aşçı olmayan birisi yemek yapmaya kalkışırsa o yemek tatsız olur veya yenmez, şoför olmayana arabayı teslim ederseniz ölebilirsiniz…
İnsanı yapan, yaratan Allah’tır; O’nun ölçüleri dışında insan hareket ederse, bunun olumsuz sonuçlarına da katlanmak zorundadır.
Sarhoş kendi durumunun farkında olduğu için, zeytini yemiyor. Bu, onun kaya gibi imanının da bir göstergesidir, aynı zamanda. Fakat alnı secdede olan nice insanlar var ki, sarhoşun bu bilinci, onlarda mevcut değil. Allah’ın yasaklarına karşı duyarsız ve duygusuz. Namaz kılıyor, ama kimin huzuruna çıktığının farkında değil. Bu durum asla namaz kılmamanın da bir mazereti olamaz. Her şey dengeli olmalıdır; çünkü hayat dengedir ve denge hayattır.
Mesele sarhoşa düşman olmak değil, sarhoşluk veren maddeye düşman olunursa, doktor gibi hastaya değil de mikroba düşman olunur ve hayatlar kurtulabilir. Davranışlarımızın temelinde hayatların kurtuluşu varsa sonuç iyiye çıkar; fakat hayatları, bencilliğimiz uğruna karartmak duruyorsa, kendimizi gözden geçirmenin zamanıdır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci