Osman Yüksel Serdengeçti’yi bilenler bilir; bir devrin serden geçeni, Nasrettin Hoca’sı ve en önemlisi de lafı gediğine koyan “Toros yüzlü” adamı idi. Hatta milletvekili de olmuştu. Ankara’da Serdengeçti dergisinin yazıhanesinde kalırdı ve burası zemin katta idi. Osman Yüksel milletvekili olunca, mahalledeki çocuklar kendi aralarında şöyle konuşmuşlar: “ Arkadaşlar, biliyor musunuz, şu bizim mahallede bodrumda kalan dilenci var ya, o, mebus olmuş!”
Osman Yüksel’in 1957 baskılı “ Gülünç Hakikatlar, Serdengeçti’den Öldürücü Güldürücü Fıkralar” adlı küçücük eseri elimde. Onu tekrar karıştırırken hem güldüm, hem de zaman zaman üzüldüm. Bir dönemin şeddatvari baskılarını okurken üzüldüm, onları ince bir dille hicvederken de güldüm. Bunlardan “Sır Örtüsü” adlı bir başlığı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“ Benim bir nenem vardı; anamın anası. Rahmetli çok iyi bir kadındı. Yerden ekmek kırıntılarını toplar gibi, pamuk parçalarını toplardı. Bir gün sordum ona:
“ Neden topluyorsun bunları nene?” “ Oğlum” dedi, “ Sır örtüsü bu; pamuk olmasa, bez nasıl yapılır; Allah’ın menettiği yerlerimizi nasıl, neyle örteriz?” Ne edep, ne iffet, ne ismet ya Rabbi!”
Üstad Necip Fazıl, “Çile” isimli şiir kitabında “ Muhasebe” başlığı altındaki uzun şiirinin bir bölümünde şunları terennüm eder:
“ Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! / Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, / Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; / Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş, / Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş!..”
Yine Osman Yüksel’in aynı kitabından, “Asri (çağdaş) Aile” başlığı altında yazmış olduğu hicviyesinden bir bölüm sunalım:
“ Oğlan züppe, kız hoppa, ana sürtük, baba kaz / Bundan daha ahenkli bir aile olamaz.
Asriliğin mânası edep irfan demektir / Bizdekine gelince düpedüz b…. yemektir!”
Evvel zaman içinde, hanımlar peçeli dolaşırken, bir genç adam, bir kadına şiddetle vurulur! Gece gündüz onun aşkını içinden atamaz, nereye gitse, o kadının gözü hayalinden gitmez. Âşkını dağlara haykırır, ovalara serer, nehirlere akıtır, ama boşuna; içindeki alev söneceğine, daha çok bacayı sarar.
Sonunda genç, kadının evinin önünde karargâh kurar. Kadın bu duruma üzülür ve gence haber gönderir: “ Benim sadece bir gözüm gözüküyor, bu genç neyime âşık oldu da evin önünden gitmemektedir?” genç de kadına haber yollar: “ Ben senin gözüne vuruldum; oradan girdim âşkın yakıcı ateşine. Yanıp tutuşuyorum, ne olur benimle görüş!”
Kadın, gencin kendi evine gitmesi halinde ona haber göndereceğini söyleyince, genç de evine varıp kadından gelecek haberi heyecanla bekler.
Kadın, “ Allah’ım, bir gözümden bile insanlar içeri girerek seni unutabiliyor ve nefislerine düşebiliyorlar. Ben fesat çıkaran bu gözümü çıkararak o gence göndermek istiyorum; ta ki o genç sana âşık olsun da kendini kurtarsın, ebedi mutluluğa erişsin!” diyerek, o gözüken tek gözünü çıkararak gence gönderiyor! Genç bunu görünce secdelere kapanıyor, günlerce kendine gelemiyor ve sonunda “ Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.” diyerek gerçek aşka ulaşıyor.
Testinin rengine, şekline bakmayın; içindeki suyun dirilticiliğine bakarsanız her şey ortada. Zamanın akıp giden masalımsı akıcılığına aldananlar, kıssaların hisselerine burun kıvırarak karanlık bir kuyuya doğru koşuyorlar. İnşallah bu kuyulardan Yusuf suretinde çıkarlar.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DaliTasci