Epeyce bir zamandır, “Pazar 53”te yazılar yazıyorum. Doğrusu bundan da memnunum. “Pazar 53” okurlarının duyarlığını da sevinçle karşılıyorum.
Yazılarımın, okuyucular tarafından ilgiyle okunduğunun da farkındayım. Bunun için de tüm okuyucularıma teşekkür ediyorum.
Bu girişten sonra hemen, bazı okurlarımın bana yönelttikleri “eleştirilere cevap vermiyor” serzenişlerine kısaca değinmek istiyorum:
Bir kere böyle bir şeyi doğru bulmuyorum; çünkü cedelleşmekten yana değilim, böyle bir metottan hayırlı sonuç doğmayacağını tecrübelerimle biliyorum.
Makale yazmıyorum; bilindiği gibi, makale, bir fikri veya düşünceyi ispatlama yazısıdır ve objektif/nesnel olma zorunluluğu vardır. Oysa benim yazılarım deneme-sohbet karışımı, sübjektif/öznel yazılardır ve çoğu zaman insanların duyularına değil de duygularına hitap eder. Bu nedenle doğruluk ve yanlışlıktan öte “Hımm!..” ettirici yazılardır. Bu “hımm”ın insan zihninde açılımlar yaptığını bildiğimden bu yolu seçtim. Yo yoo, hemen eleştirmeyin, her türlü bilimsel yazıları da severek okuyorum. Ben bir bilim adamı değil, edebiyatçıyım.
Okuyucu yorumlarının büyük bir bölümü, yazarın yazısıyla ilintili değildir ve de yazı okunup irdelenmemiş izlenimini verdiğinden yazacak bir şey bulamıyorum, istisnalar hariç.
Üslubuma takanlara gelince, sevgili okuyucularım, ben bu üslubu kırk senede elde ettim! İnsan beynini, gönlünü değiştirebilir mi? Eskiler ne demişler: “Üslubu beyan, ayniyle insan.”
Sonra, falan ve filanlara düşmanlıkmış, kötü niyet taşınıyormuş gibi bir sürü dedikoduyla söylemek değil de söylenenlerin homurtularına ne diyebilirim ki?
Ya hu, bunca yıldır hep aynı delikten seyrettiğimiz hayatı, bir de başka delikten görelim demenin neresi kötü olsun?
Bir yazımın başlığı “Din bir araçtır, onunla insan yapılır” idi. Dini bir araç olarak gören ben, demokrasi imiş, falan ve filanmışı nasıl görecektim? İnsana çıkmayan her yol, bana göre, kanlıdır. Aslolan insandır. Bu meyanda “cılık ve cülük-çülük”leri nasıl değerlendirdiğimi tahmin etmek zor değildir. Kitapla kitapçılık, demirle demircilik… aynı şeyler değildir.
İslam bir araçsa çözüm ne? O araca binip Hakk’a ulaşmak! Ben böyle inanıyorum ve inancımı da insanlarla paylaşmak istiyorum. İsteyen kabul eder, istemeyen etmez, gocunmam. Hiçbir şeyin militanı olmadım, olmak istemem, İslam’ın bile. Bütün meselem O’na kul olabilmektir, yapabildiğimce.
Her olay, oluşum; fikir, düşünce; kısacası hayatın tüm boyutuna İslam gözlüğüyle bakıyorum; bu gözlüğü çıkardığım zaman, her şeyi karanlık görüyorum. Ben, dünyanın geçici bir “an” olduğuna ve fakat bu “an”ın bütün anları boyayan bir fırça olduğuna inandığım için, firavuni düşüncelere itibar etmiyorum. İnanmadığım, benimsemediğim fikirlere asla saygılı değilim. Durun, hemen hüküm vermeyin, fakat o düşünce ve fikirleri beyan edenin iradesine saygılıyım; çünkü o iradeyi ona Allah vermiştir. Yani fikre değil, irade beyanına saygılıyım. (Yani hem değerlerime küfredecek, hem ona saygı duyacakmışım, öyle mi? Kim yapıyor ki bunu? Böyle olsaydı kavgalar, savaşlar niye? Herkes fikrini kabul ettirmek ve tanrılaşmak için can atmıyor mu? Neyse.)
Maddenin nasıl atomu varsa, insanın da fıtratı vardır. Eğitim, fıtratın açılım sürecidir. Yazılar, kitaplar bahçeler gibidir; oralara düşünce meyveleri ekilir, ihtiyacı olan onları alır ve zihnine yedirerek beslenir. Sen niçin pilav yiyorsun veya yemiyorsun diye kimse suçlanamaz, fakat herkes de diyetinin faturasını sonunda öder.
Doktorlara kızmıyoruz, şunu ye, bunu yeme dedikleri için. Şunu düşün veya düşünme dedikleri için nice insanlar çile çektiler. Demek ki, soyut olanı kavramak zor bir iş. Düşünce de soyuttur ve onu kavramak çok, ama çok zordur. Tıbbı bitirmeyen biri doktorluğa kalkışsa, onu apar topar kodese tıkıyorlar da, kelimelerle yoğrulmayanların düşünce beyanlarına ses çıkaran yok! Gerçi düşünce, kelimelerin çocuğudur, kelimeleri olmayanların düşünceleri mi olurmuş?
Benim bütün meselem, kulluk bilincimin gelişmesidir. Kimseye bir şey söylediğim yok, yazdıklarım ve söylediklerimle kendimin arınmasını sağlamaktır, bütün amacım budur. Benim düşüncelerimi okuyarak birileri “hımm” diyorsa, işte bundan mesrur olurum.
Güneş dosta da düşmana da doğar. Su, susayan herkesin susuzluğunu giderir. Bütün bunlar dünya hayatı içindir. Ya, sonsuz hayatımızın güneşi, suyu nedir diye feveran etmeyelim mi, birileri kızacak diye? Sonsuz hayatın tek kılavuzu vardır: İSLÂM! Kan, vücuda karışmasın, olur mu?
Bu yazım genel manada bir cevap oldu. Zaten her okuyucuya cevap yazacak kadar zamanım da yoktur. Kimseyi de küçük görmediğimi söylememe gerek yok sanırım.
Bu vesileyle tüm okuyucularımı selamlıyor, iki dünya mutluluğu diliyorum onlara.
Sizler yine de yorumlarınıza devam edin, söz söz ise, hiçbir söz boşa gitmez çünkü.