Seviniyorum!
Gerek yurt içindeki ve gerek yurt dışındaki seyahatlerimiz esnasında, özellikle genç insanlarımız arasında, bir öze dönüş hareketinin başladığını sevinerek gördüm. Epey zamandan beri bunun böyle olduğunun da farkındayım.
Şunu gördüm:
Uzun yıllar büyük kitleler açlık sınırında tutularak sadece geçim derdi ile uğraştırıldı. Ekmeği elde etmek zordu; insanlar bütün mesailerini geçinebilmek, ailelerine bir parça ekmek bulmak için harcadılar. Okumaya, düşünmeye ve kendilerini sorgulamaya vakit bulamadılar. Fakirlik cenderesi, beyinleri ve ruhları da sıkıştırdı, yeni açılımlar gerçekleştirilemedi.
Şimdi durum değişik bir boyut arz ediyor. Ülke içinde ve dışında, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, geçim derdini aşan, açlık sınırını üstüne çıkmış kitleler oluşmuştur. Bunlar için artık her şey mide değil, sonsuzluk problemi de kapıya dayanmış gözükmektedir.
İşte bu kitleler kendilerini sorguluyorlar, temel eserler okuyarak can alıcı sorular soruyorlar. Siz bunların kalitesini, sordukları sorulardan anlıyorsunuz. Sahip olmak için değil, olmak için bütün cehtleri.
Geçenlerde çok özel bir grupla sohbet etme imkânı buldum. Bunlar, toplumun içinde kendilerine bir yer edinmiş insanlar. Günlük siyasetin çok çok ötesinde dertleri ve endişeleri var. Okuyorlar, tartışıyorlar ve hakikati bulmak için büyük çaba sarf ediyorlar. Sokak ve kahvehane ağzı kullanmıyor ve dedikodudan uzak duruyorlar. Her cümleleri anlam yüklü, bakışları, durdukları yerin farkında olduklarını gösteriyor.
Soruları derin. Niçin var olduklarını, yaşam amaçlarını ve nereye gideceklerini merak edip bu sorularına cevaplar arıyorlar. Var oluş bilinci içerisinde diri durmaya çalışıyorlar.
Artık var oluş soruları sorulmaya başlandı. İşte bu, dünyanın geleceği açısından önemli bir aşamadır. İnsanlar, kimlikleriyle ilgili sorular sormaya başladığı zaman birilerinin korkması ve birilerinin de çok sevinmesi gerekir; çünkü hakikat kapıları açılmıştır. Güneş doğunca pisliği de kokutur, gül yağını da.
Ben, Ertuğrul Özkök’ün umreye gidişini, her türlü amacını da saklı tutarak, bu bağlamda değerlendiriyorum. Ertuğrul Özkök de Allah’ın bir kuludur ve onun da Hakikat’e herkes kadar ihtiyacı vardır. O da ölümlüdür ve onun da beyninde varlık soruları vardır.
İnsan özüne doğru yol almaya başladığı zaman ona yeni kapılar açılır, yeni fetihler verilir. Hz. Mevlâna şöyle diyor:
“ Biz geceleri sabahlara kadar sevda dalgaları içindeyiz.”
Bu sevda dalgalarını yakalayanların engin sulara açılması mukadderdir. Onları artık sahildeki çakıl taşları oyalamıyor.
Mevlâna devam ediyor:
“Can tertemiz bir ayna, ten de onun üzerinde bir tozdur. Tozun altında olduğumuz için güzelliğimiz görünmüyor.”
Ten tozunu can aynasından silenler çoğalıyor. Ümit bardağına pınar suları dolmaya başladı. Bahar mevsimi geliyor. Bu çiçekler, bu meltem boşuna değil. Varlığı yaratan, bahara irade buyurmuşsa, kimin haddine bahara direnebilmek? Göreceksiniz, nice odunlar çiçek açacak ve ateşe girmekten kurtulacaktır. Dünyada yüzyıllık kışın ardından baharlar geliyor.
Testi su ile insan “Hu” ile dolar.
Testiler de doluyor, insanlar da. Bugüne kadar ne çektiyse dünya, içi boş veya içi çamurla dolu insanlardan çekti. Şimdi içini “Hu” ile doldurup meydana Yusuf güzelliğinde gelenler var. Yusuf görününce dilberlerin parmaklarını kesmeleri kaçınılmazdır. Dökülen kanları şerre yormayın, onlar, Yusuf’u gören dilberlerin hayret kanlarıdır ve Mısır’a bolluk getiricidir. İnsanlar artık Mısır’a buğday için değil, Yusuf için gidiyorlar.
Öyleyse; kendini arayan, Yusuf’u içinde saklayan, Züleyha çilesini çeken insan, Hakikat’in dili sana şöyle sesleniyor:
Testim ol, suyun olayım.
Ay’ım ol, Güneş’in olayım.
Toprağım ol, baharın olayım.
Kalbim ol, aşkın olayım.
Derdim ol, dermanın olayım.
Bedenim ol, canın olayım.
Gözüm ol, ışığın olayım.
Dilim ol, tadın olayım.
Benim ol, senin olayım.
Gülüm ol, bülbülün olayım.
Dalım ol, ağacın olayım.
Leyla’m ol, Mecnun’un olayım.
Cümlem ol, kitabın olayım.
İkrarım ol, imanın olayım.
Seccadem ol, secden olayım.
Yerim ol, göğün olayım.
Gecem ol, gündüzün olayım.
Beynim ol, düşüncen olayım.