“… Rahmetime gelince, rahmetim her şeyi tamamen kuşatmıştır. Onu, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden korunanlara, zekâtını verenlere ve ayetlerime yürekten inananlara yazacağım.”(Araf: 7/156)
Gökten gelen rahmetin bolluğu seni aldatmasın. O rahmetten payına düşecek olan nasibin kadardır. “Nasibim nedir?” diye soracak olursan kardeş, o da talebindir. Yüklediğin anlamdır. İhtiyaç duyduğundur. Tenezzül ettiğindir. Çaba ve gayretindir. Tüm benliğinle dua ve niyazda bulunduğundur. Hayal ettiğin, hasretini çektiğindir.
Önem verdiğin, özen gösterdiğin, hasretle beklediğindir. Yine gelse, yeniden gelse, tekrar tekrar gelse fark etmez elde edeceğin niyetin kadardır. “Her kişinin elde edeceği şey niyet ettiği kadardır” Peygamber sözüne kulak vermeli. “Nasibin kasibinle (gayretin, çalışmanla) senin olur.”
Misafirler/ihtiyaç sahipleri ilginç adamlardır. “Kalpleri hep oyunda oynaştadır.”(Enbiya: 21/3) Misafir oldukları şu fani dünyada ev sahibi gibi davranırlar. İmtihanı unutup hazlarına ulaşmayı kâr sayarlar. Ramazan ayında Rahman tarafından kullar için kurulan “gök sofrasından” istifade noktasında farklı davranışlar ortaya koyarlar.
Kimi, çekingenliğinden, tembelliğinden veya tenezzül etmediğinden sofraya uzaktan bakar durur. Elini bile kıpırdatmaz, yokmuş gibi davranır. “Gerçek şu ki, sen kalben ölülere sesini duyuramazsın ve ne kadar çırpınsan da, gerçeklerden yüz çevirip arkasını dönen sağırlara bu çağrıyı işittiremezsin.”(Neml: 27/80; Rum: 30/52)
Ramazan gününde sofrasına kurulmuş “nefis atını doyurmaya çalışan” bedbahtlara seslensen ne çıkar! “Hey Ahmet, Ayşe, Müslüman genç, Müslüman kadın, Müslüman ihtiyar! Ramazan geldi mi size, Ramazan’ı gördünüz mü? Ramazan uğramadı mı size?” Cevap şaşırtıcı olmayacaktır.
“Hangi Ramazan kardeş? Hangi Ramazan geldi mi? Ramazan da kim? Hangi Ramazanı soruyorsun? “Bize Ramazan hiç gelmiyor, bize sadece Bayram geliyor.”
Hâlbuki bayram, Ramazanın hediyesidir. Ramazanı olmayanın bayramı da olmaz, baharı da gelmez. Akıbeti de berbat olur.
Kimi bu gök sofrasından nasıl istifade edeceğini bilmediğinden sofraya oturmaya cesaret edemez. Bugüne kadar hep mesafeli durmuştur. Namaza, oruca, ibadetlere, emir ve yasaklara, Müslümanca bir hayata hep dışardan bakmış, seyirci kalmıştır. Bugün bir başlangıç yapmak istemektedir fakat bir hata yapmaktan korkuyor. Bu sebeple bu sefer de seyirci kalmayı tercih ediyor.
“… (Onların misali) Sular gelip kendiliğinden ağzına dökülsün diye avuçlarını açıp suya doğru uzatan susamış bir kimsenin haline benzer ki, zavallı adam bu durumda ne kadar beklerse beklesin, suyu avuçlayıp ağzına götürmedikçe su kendiliğinden gelip onun ağzına girmeyecektir…”(Rad: 13/14)
Hasan Basri hazretleri (Allah rahmet eylesin) ümmetin Müslümanlığı hakkında şu tespiti yapmıştır. “Ben, Bedir savaşında bizzat bulunmuş yetmiş sahabeye yetiştim, hayatlarına şahit oldum.
Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar sizin iyilerinizi görselerdi “bunların ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görseler “bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi.
Deli denince pejmürde kıyafetli, ağzı bozuk, davranışları kestirilemez meczup gelmesin aklına. Davasına deli, inandığı değerlere deli, deliden ziyade onlar birer veli. Baksana, “çocuklarına ne bıraktın?” sorusuna, “Onlara Allah ve Rasulünü bıraktım yetmez mi?” diyorlar. “Bin tane canın olsa hepsi teker teker çıksa ben bu davadan dönecek değilim” diyorlar. “Ey Peygamber! Sen bize şu okyanusa dalmamızı emretsen bir tekimiz geri kalmamak üzere hepimiz sorgusuz sualsız atarız kendimizi” diyorlar.
“Kocan şehit oldu başın sağ olsun!” diyenlere “O, nasıl? Peygamber Efenimiz (sav) sağ mı? Siz ondan haber verin bana” diyor. Biraz yürüyünce “oğlun şehit oldu, başın sağ olsun!” dediklerinde de “bana ondan haber verin, Efendimiz yaşıyor mu?” diye onu merak ediyor. Onlar böylesi bir deliymiş…
Kimi ise dört gözle beklediği sofraya hiçbir dünyevi hesap yapmadan oturuveriyor. Rabbinin “yarışanlar işte bunun için yarışsınlar, çalışanlar bunun için çalışsınlar”(Mutaffifin: 83/26; Saffat: 37/61) buyruğuna tereddütsüz icabet ediyor.
Şükürler olsun, müjdeler olsun bir Ramazan daha geliyor. İmanımıza şahit olmak, imanımızı takviye etmek, imanımızı tesviye etmek (bileylemek) için geliyor.
Teslimiyetimizi ölçmek için geliyor. Bizi tertemiz kılmak için geliyor. Bize temiz bir sayfa açmak için geliyor. Derdimize derman, gözümüze fer, yüreğimize cennet kapılarını açmak için geliyor.
Salih kulları ayırıp seçmek için geliyor. Elimizde küllenmeye yüz tutmuş “eşsiz hazinenin üstünü açmak”(Kamer: 54/5) için geliyor. Dünyevileşen kişiliğimizi “insan kalıbına sokmak için” geliyor.
Rabbimizden bir selam geliyor. Bereket geliyor, esenlik, selamet geliyor. Müjdelerle geliyor. Meleklerle geliyor. Kur’ani değerlerle geliyor.
Umut vadediyor, huzur vadediyor, cennet vadediyor. Allah rızasını vadediyor. Kurtuluş, özgürlük vadediyor. Şeytan ve şeytani düzenlere karşı zafer vadediyor. “… Verdiği sözü Allah’tan daha iyi kim tutabilir?”(Tövbe: 9/111)
Kayıtsız kalma bu Ramazan ayına kardeş! “Ben de varım” de ve bin tevhid gemisine.
Tereddüt etme Allah yolunda yürümeye kardeş! Bismillah de gir yola ta ki Allah senden razı ola…
Kalbinin sesine kulak ver, şimdiden beri “tüm bedeninle, azalarınla, Allah için oruç tutmaya” kesin niyet et!
“Üşenme, erteleme, vazgeçme!”
Bir dahaki Ramazan’a “kim öle kim kala”…