Her seyahat bende biraz heyecan uyandırmıştır. Macaristan’nın başkenti Budapeşte’ye gelişim de bundan uzak değildir. Sabiha Gökçen Havaalanına geldiğimizde, torun kokusu daha keskince burnumda tutmaya başlamılştı bile.
Sisli ve soğuk bir günde Budapeşte Havaalanı’na indik. Eve geldiğimizde torunlara karıştık!
Ertesi gün cuma idi. Budapeşte’de Türklerin cuma kıldığı bir mescit var; bu mescitte cuma namazımızı kıldık.
Budapeşte’ye gelen her Türk, öncelikle Gülbaba Türbesi’ni ziyaret etmelidir. Bir Horasan ereni olan Gülbaba, buralarda asırlarca önce gül esintileri ekmiş ve yaban ellerde gönülleri aydınlatmıştır. Osmanlı, ordularını bir yere göndermeden önce, gönül ehlini o diyara gönderir; oaradaki insanların gönüllerini yumaşattıktan sonar oralara seferler düzenlerdi.
Budapeşte’deki Galiçya şehitliği bir başka mekan. 486 şehidimizin yattığı bir yer. İnsan orada tarihin labirentlerinde adeta kayboluyor. Osmanlı’yı, Türkiye dışında tanıdıkça daha çok seviyor ve onun tarih içinde yaptıklarına hayran kalıyorsunuz.
Estergon kalesini görmek için Tuna nehrini izleyerek, Budapeşte’ye 60 km mesafede olan kaleye varıyoruz. Osmanlı buradan 150 yıl çevreyi yönetmiş. İnsana hayal gibi geliyor adeta. Çocuklarımıza Türkiye dışındaki tarihi öğreterek daha çok özgüven aşısı yapabiliriz.
Estergon kalesinin dibinde bir cami var, fakat ibadete açık değil. Kırık da bir minaresi duruyor. Durdum baktım onlara tarihin koridorundan; içim burkuldu!
Cumartesi günü hava pek iyi değil, ama bir grup arkadaşla Viyana yoluna koyuluyoruz. Viyana’da kar var. Viyana yolunda iken atalarımızın binmiş oldukları atların nal sesleri kulaklarımızda çınlıyor. Viyana’ya bir çok kez geldim. Diyanet’in camisinde ikindi namazını kılıyor ve bir Türk lokantadasında yemek yiyoruz.
Kısıtlı zamanımıza rağmen kar yağışı altında 1. Viyana’yı geziyoruz.
Viyana’dan sonra akşam vakti ayrılıyor ve Çekya yoluna koyuluyoruz. 4 saat sonra Çekya’nın başkenti Prag’a ulaşıyoruz. Valizlerimizi otele bıraktından sonra, gece vakti Prag’ı dolaşmaya koyuluyoruz. Rehberimiz tüm Avrupa’yı bilen Mehmet Yıldız, nereleri gezdiysek, en ince ayrıntısına kadar gezdiğmiz yerleri bize anlatıyor. Onun bilgisi ışığında yüzyıllar ötesine gidip geliyoruz.
‘Prag’da Bahar’ adında gençliğimde bir kitap okuduğumu hatırlar gibiyim. 1968 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı ayaklanışın ve kanlı bastırılışın tarihi. 1956 yılında da, Sovyetler Birliği tarafından Macaristan işgal edilmişti. Sovyet Birliği (bugünkü Rusya), Bulgairstan, Yugoslavya, Romanya, Polonya, Macaristan, Çekoslavakya… gibi bir çok Avrupa ülkesini işgal ederek komünist rejimin esaretine sokmuştu. 1989 yılında Sovyetler Birliği dağılınca bu devletler de bağımsızlıklarına kavuştular.
Pazar günü Prag’ı dolaşıyoruz. Hava güneşli, fakat soğuk. Prag tarihi bir şehir. Tarihi dokuyu aynen korumuşlar. İşgal günlerindeki yıkıntıları da dokuya uygun onarmışlar.
Her Avrupa şehri gibi Prag da bir Hristiyan kenti. Her önemli yerinde mutlaka görkemli bir katedral, bazilika, kilise var. Cumhurbaşkanlığı binasından bile kiliseye geçiş bulunuyor. Aziz Vitus Katedrali, Aziz George Bazilikası Prag’ın en önemli tarihi kiliseleri.
Aslında Avrupa fiziki görüntüsü ile de tam bir dini coğrafya. Nereye giderseniz gidin, sizin karşınıza bir dini eser görüntüsü çıkar. Prag’ın meşhur köprüsünü geziyoruz; her adımda bir aziz veya azizenin heykeli karşılıyor sizi. Tarihle ilgili size ne anlatılıyorsa, kalkış noktası mutlaka dini bir sembole işaret ediyor.
Pazar akşama doğru Prag’dan ayrılıyor ve arabamızı Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya sürüyoruz. Yol boyunca kar yağıyor. Bratislava yağmurlu. Bratislavaya varınca bir İtalyan pizzacıya girerek peynirli bizza yiyoruz; tadı çok leziz.
Oradan ayrılarak gece vakti tekrar Budapeşte’ye geliyoruz.
Budapeşte ışıklar içinde bizi karşılıyor. Böylece iki günlük Orta Avrupa gezimizi bitirmiş oluyoruz.