10 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde yaşananlar, sanki asırlara bedel bir görünüm arzediyor. Bunun böyle olması doğaldır; çünkü bu partinin misyonu, bugüne kadar kurulan partilerin misyonundan farklıdır. O da şudur; Ak Parti, halkının tarih içinden getirdiği inanç, değer, kültür; yani medeniyetine paralel bir duruş sergilemiştir. Oysa biliyoruz ki, bu milletin kendi medeniyet kulvarına dönememesi için başına gelmedik oyun, baskı, zulüm kalmamıştır. Millet Ak parti ile uyanınca, işte fincancı katırları o zaman ürkmeye başladı.
Zayıf atın kıblesi belli olmaz, demiş atalarımız. Osmanlı zayıfladı ve gitti. Osmanlı sonrası bu topraklarda, Osmanlıya paralel bir inanç, değer; yani medeniyet anlayışını önceleyen bir devletin kurulabilmesi muhaldi ve zaten de kurulamadı. Lozan, bize okullarda okutulduğu gibi midir acaba? Bugünleri yaşadığımızda, düne ait oluşumların sorgulanmaması mümkün müdür? Yeryüzünde bizim kadar kavram kargaşası yaşayan başka milletler de var mıdır, bilemiyorum.
“Paralel yapılanma” yeni mi oluşmuştur? 10 Kasım 1938’de Atatürk öldü. Atatürk İstanbul’da öldü, onunla, son zamanlarında hiç de barışık olmayan İsmet İnönü, 11 Kasım’da (Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra) Ankara’da cumhurbaşkanı oluyor; Atatürk’ün bütün yakınları (Başbakan’ı Celal Bayar dâhil) İstanbul’da bulunurken üstelik. Burada bir gariplik yok mudur sizce? ( İnönü dönemini daha iyi anlamak için Yakup Kadri’nin “Politikada Kırk Beş Yıl” ve Niyazi Berkes’in “Unutulan Yıllar” adlı eserlerini okumanızı öneririm.)
“Paralel Yapı…”
Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda ölüyor ve aynı yerin bahçesinde 19 Kasım sabahı, saat 08.10’da cenaze namazı kılınıyor. Cenaze namazını, sonradan diyanet işleri başkanlığını da yapacak olan Şerafeddin Yaltkaya kıldırıyor. Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın ısrarı olmasaydı, kim bilir, birkaç kişinin katıldığı ve “tanrı uludur”la başlayan tekbirle cenaze namazı da kılınmayabilirdi. Celal Bayar’ın cenaze namazının kılınmasını laikliğe aykırı bulması da bir başka rivayet.
Bu nasıl bir anlayıştır ki, Cumhuriyet’i kuran ve halkının Cumhurbaşkanı olan bir zatın, % 99’u Müslüman olan halkının musalla taşına konmasına mani olunuyor? Halk, Cumhurbaşkanı’nın cenaze namazını kılmasından mahrum bırakılıyor? Bir müslümana yapılacak olan son görevden kim, nasıl uzak tutabilir insanları? İsmet İnönü’nün, Özal’ın ve diğerlerinin cenaze namazları kılınmamış mıdır? Ki Atatürk, halkının arasına karışmaktan zevk alan bir liderdir. Cemal Granda “ Atatürk’ün Uşağı İdim” adlı kitabında (Hürriyet Yayınları, 1973,sayfa 84) Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda çok yalnız kaldığını ve dört beş kez saraydan kaçarak, Boğaz’daki meyhanelere sığındığını, oradaki halkıyla oturup kaynaştığını uzun uzun anlatır.
1938’den 1950’ye kadar Atatürk’ün nasıl nisyana terk edildiğini artık biliyoruz.
Paralel Yapı hiç eksik olmadı ki ülkemizde. Haçlıların İslam âlemine 13 kez haçlı seferini niçin düzenlediklerini bilmeden, anlamadan bugünkü yapılar çözülemez. Osmanlı yeryüzünde (iyi veya kötü) İslam’ı temsil ediyordu. Onun varlığında dünya sömürüsü mümkün değildi. Uygar denilen devletlerin zulüm kodları çözülemeden dün de anlaşılamaz, bugün de.
Recep Tayyip Erdoğan neyi temsil ediyor?
Erdoğan, zulme uğramış, değerleri payımal edilmiş, aşağılanmış, yoksul bırakılmış, değersizleştirilmiş… olan milletini yeniden hayat sahnesine süren, onları hayatın gülen yüzüyle tanıştıran, onlara kimliklerini hatırlatan ve en önemlisi, sonsuzluğu çalınan milletine sonsuzluk fikri aşılayan bir liderdir. Böyle olduğu içindir ki, uzun yıllar yılgınlık tünelinde yaşayan bu millet, tünelden çıkışını ona bağlamakta ve onu bağrına basmaktadır. Hâlâ tünelin içinde yarasaların mavalları kulakları rahatsız etse de, bu millet ışığı gördükten sonra, yarasaların bu mavallarına iltifat etmediğini 10 yıldır göstermektedir ve göstereceğinin işaretlerini de her halükârda vermektedir. Montaj kasetleri bırakın, lider, uğrunda can esirgenmeyen insandır. Fakir, terkedilmiş, değerleri aşağılanmış halkının gecekondusuna habersiz girip yer sofrasında yağsız kuru fasulyesine kaşık çalan bir Tayyip Erdoğan’ı bu halk yolsuzluk çukurunda görse bile, ona el uzatır ve onu oradan çıkarır. İşte bunu anlayamıyorlar! Tayyip Erdoğan, halkının gönül denizinden besteler yapıp, Medeniyet okyanusuna onları üfleyen adamdır. Bir an bile bu halkın gönül denizine kayık indirmemiş bu zavallıların bütün bunları anlamaları bir yana, düşmanca tavırlar almaları da çok görülmemelidir. Akrebin görevi zehirlemektir, hekimin görevi de tedavidir. Bu hep böyle olmuştur ve böyle de devam edecektir.
Kurulu düzene az da olsa yan çizen kim yaşayabilmiştir ki bu ülkede? Atatürk’ün 1953’te naşının Anıtkabir’e getirilişinde, tabutuna, kız kardeşi Makbule Atadan tarafından Arapça bir duanın asılmasına kim karşı çıkmışsa (ki o zaman ezan aslına döndürülmüştür.) , Menderes’i n ezanı aslına döndürmesine kimler tahammül edememişse, Özal’ın Çankaya’da namaz kılmasını kimler içlerine sindirememişse, Erbakan’ın gerçek anlamda asıl köklere döndürücü duruşuna kimler dayanamamışsa; Tayyip Erdoğan’ın bütün bu güzel oluşumları harman ederek medeni yürüyüşüne karşı çıkanlar da aynı cinsin dölleridir, kuşkunuz olmasın.
Fakat “paralel yapı”nın varlığı değil, bu yapıya “koşut – müvazi” olanlardır halkımızı üzen. Bu da geçer, tarihte çok görülmüştür buna benzer olaylar. Kendi kulvarında koşmayıp, kestirme yoldur diye yandaki kulvarda koşusuna devam edenler, koşuyu birincilikle bitirseler bile, sonunda diskalifiye olmaktan kurtulamazlar. 30 Mart diskalifiye günüdür, sabırla bekleyin.