Hayatımızın her safhasında söz vardır. Bu söz ya dille söylenir, ya da yazıyla dile getirilir. Sözün gücü tartışılmazdır.
Kutsal metinler de söz değil midir? İncil ”Ve ilk defa söz vardı.” diye başlar. Kur’an-ı Kerim baştan sona kelamdır. Kur’an, kıyamete kadar baki kalacağına göre, söz, sözünü kıyamet akşamına kadar söyleyecek demektir.
Mademki söz hayatımızı kuşatmıştır, sözün cibilliyetini iyi bilmemiz gerekmektedir.
Şöhret hırsıyla, nefsanî tutkularla söylenmiş sözler, acaba ruh acılarımıza ilaç olabilirler mi? Hayatı hareket ettirebilirler; ama ruhumuzu sükûna erdirebilirler mi? Mutluluk ümitlerimizi bedbahtlığa dönüştüren sözlerden, aslandan kaçar gibi kaçmamız gerekmez mi?
Düşünülmeden, aklın ve gönlün süzgecinden geçirilmeden söylenen sözler, gönül evlerini yıkıyorsa, enkaz altında mutlu olma şansımız ne kadardır?
Kılıç yarasından daha derin olan sözün yarasını, yine bir söz tedavi eder. Yılanı deliğinden çıkaran da odur, insanı mezara koyanda o.
”Seni seviyorum!” sözünden daha tesirli bir silah henüz icat edilmemiştir.
Hz. Peygamber’in, vahiy geldiği zaman sarardığını, terlediğini; bindiği devenin sözün ağırlığından çöktüğünü biliyoruz.
İnsanları heyecanlandırmak adına sözün namusuna halel getirmek, saçma sapan itiraflarda bulunmak, onu yapanı rahatlatabilir, ama toplumsal dokuyu bozabilir. İçinde şehvet parlayan, edep dışı sözler, itiraflar şöhreti köpürtebilir; ne var ki bu köpükte önce sözün sahibi boğulur. Kıyıya vuran cesetleri görebiliyoruz.
“İtiraf” dedim de roman aklıma geldi. Roman, Batı’nın gayrı meşru çocuğudur; çünkü roman, bir itiraflar seremonisidir. Bu itirafın kökeni Hıristiyanlığa dayanır. Günahkâr kul, günahlarından arınmak için, kilisede papaza günahlarını itiraf eder. İlk romanları papazların yazması tesadüf değildir; çünkü ellerinde hayli zengin ve ilginç malzeme vardır.
Hayatın sırrını ifşa eden sözlere insanın nefsanî tarafı düşkündür. Şeytan, gizliliği ifşa edendir. Batı’daki ilk romanın adının Mefisto(şeytan) olması boşuna değildir. Bu nedenle roman her çağın gözdesi olmuştur ve bu gidişle de olmaya devam edecektir. TV dizilerine de bu gözle bakmak gerektir.
Bizim kültürümüze gelince, bizde özel hayat sırdır, kimsenin onu bilmesi istenmez. Bu nedenle itiraflar meşheri olan roman değil de, bizde sır yumağı olan şiir gelişmiştir. Şiir, deşifre olmamış sözdür. Şiir gerdek gecesine benzer, roman düğüne. Gerdek gecesi mahremdir, düğün eğlenceli ve meydanda olandır. Herkes gördüğüne, duyduğuna koşar. Roman, duyuların, şiir ise, duyguların çocuğudur. Beynimizin yüzde doksanının duygular tarafından yönetildiğini unutmamak gerekir.
Kötü karakterli, şöhret düşkünü insanlar çoğu zaman seçkin melekelerden mahrumdur. Mahrum oldukları güzel duyguların öcünü sosyal düzenden almaktan çekinmezler. Diriltici değil, bozguncudurlar. Bu bozgunculuğun adına ”devrim” diyerek, kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zannederler. Oysa sözü güzel söyleyen şöyle demiştir:
“Evrim günlük sularla/ Devrim irinle kanla/ Bizse dirilişi gözlüyoruz/ Bengisu bengisu kayna ve çağla.”
Güzel söz, insanların takdirini celbeder. İnsanların takdirini elde edebilenlere güvenmek lazımdır. Takdir görememek eksikliğin neticesidir. Takdir görmemiş insanların sözleri, atom bombasından daha tehlikelidir.
Kararsız insanda derin hayranlık söz konusu değildir. Kararsızlık, sözünü söyleyememe korkusunun sonucudur.
Güzel sözlerin, kalpleri evirip çeviren sözlerin egemen olmadığı yerlerde barbarların silahları konuşur. Barbarlara karşı, yine barbarları çıkarıp galip gelen bir anlayışın kime, ne faydası vardır? Batı’da türeyip gelen ”izm”leri bu anlayışla okuduğumuz zaman, kötü sözün atomdan daha tehlikeli olduğunu anlayabiliyoruz.
Evet, barbarların sözü silahtır. Tenlerin kana bulandığı yerde ruh yetim kalır. Uzun zamandır insanlığın yetimliğini bu bağlamda okumak gerekir.
Roman, tenler arası savaşın kanlı macerası; şiir, yetim kalan ruhun inleyen sesidir.
Her silah, söze sıkılan kurşundur. Hayata silahlar hâkimse söz orada, mahpushane damlarındadır ve sesi acı çıkmaktadır.
Barbarların konuştuğu yerlerde asaletli insanlara susmak düşer; çünkü sözü ayağa düşürmek kadar namussuzca, alçakça bir davranış yoktur.
Susmak, barbarlardan intikam almaktır. Barbarları ancak suskunlar korkutur.
Barbarlar itaati emretmeyi severler. Oysa onlara karşı suskunluk, toplumda derin bir isteği yaratır. Bu istek, zamanla asaletli söz ve davranışa bürünür ve barbarlık imparatorluğu yıkılır.
Sözü olmayanın baskıcı (barbar) olması, kendisine itaat olunmasına düşkün olmasındandır. İnsan kendisine itaat edilmesini beklediği zamanlarda tanrılaşır ve barbarlaşır.
Oysa Kutsal Söz ona “kul ol!” der.
Kul olmak, Sözün Sahibi’ne yar olmak demektir. Kul olmak, sözünü bilmek demektir. Sözünü bilmek, kendini bilmek demektir. Kendini bilmek, O’nu bilmek demektir.
O’nu bilmeyenlerin sözü nemize gerek?