SANAL ACI, EN ÇETİN ACI!

D. Ali TAŞÇI

 

            Anne ve babalar, aileler çocuklarını anlıyorlar, tanıyorlar mı?

            Genel anlamda pek anladıkları ve tanıdıkları söylenemez.

            Bu önyargılı bir cevap değildir; yeni bir oluşumun, belki yeni bir zihin yapısının kuşattığı bir dünyada, anne ve babaların bu dünyadan çok uzakta kalmalarının doğurduğu bir cevaptır. İnsanı tanıtan fiziksel yakınlık değil, ruhsal yakınlıktır.

            Fiziken baktığınızda sizin çocuğunuzdur, hatta DNA testi yaptırsanız kesinlikle sizin çocuğunuz olduğu ortaya çıkar. Size fiziken benzerliği de zaten bunun bir delili durumundadır.

            Ancak, fizik benzerliğinin dışında size hiçbir şeyi benzemiyor! Olaylara bakışı, yorumu, algısı; olaylar karşısında tavır alışı, inanç durumu, eşyayı kullanma biçimi, insanlar arasındaki iletişimi, duygusal dünyası vb hiçbir şeyi sizi hatırlatmamakta, sizden bir iz taşımamaktadır.

            Bu çocuk sanki sizin evde büyümemiş, sizin davranışınızdan hiç etkilenmemiş, geleneklerinizle hiç karşılaşmamış gibi durmaktadır. Annesi ağlarken onun gözyaşlarına hiç gözü ve gönlü takılmamış, kayıtsız kalmış;  babasının kızgınlıklarına hiç aldırış etmemiş gibi bir hali vardır.

            Anne-babalar bu tecrit- izolasyon günlerinde çocuklarını daha yakından tanıma fırsatını elde etmişlerdir. Birçok ebeveyn, çocuğunu daha yakından tanıdıkça hayretler içinde kalmaktadır.

            Çoğaltabilirsiniz bunları. Peki neden?

            İnsanı etkileyen, eğiten başkalarının davranışlarıyla birlikte, okuduklarıdır. Evet, çocuk aile içinde fiziken yaşamaktadır; fakat ruhen, zihnen asla bu ailenin içinde değildir. Cep telefonunun veya bilgisayarının derin dünyasında, ruhu ve zihni başka kelimeler ve algılar öğütmektedir. Öyle bir masal dünyasına dalmıştır ki, yanında kıyamet kopsa bunun farkında olamamaktadır. Kızgınlıkları başka, gülüşleri başka şeyleredir. Ailenin kültürü değil, onu Asya’nın, Afrika’nın, Avrupa’nın farklı kültürleri etkilemektedir. O adeta sizin yanınızda yaşamıyor gibi yaşamaktadır.

            Sosyal bağları zayıflamış, hatta yok olmaya başlamıştır. Akrabalık bağları kopmuştur. ( Sılayırahmın önemi daha iyi anlaşılıyor!) Yalnızlık tavan yapmıştır. Yeni bir birlikteliğe duyulan ihtiyacı sanal dünya karşılar olmuştur. Böylece çocuk veya genç yaşamıyor gibi yaşamaya teşne olmuştur.

            Bunun adı DEPRESYONdur! Sanki dünya yıkılmış da altında kalmış ya da koca ülkede yapayalnızmış gibi bir hissiyatın içindedir. Bir mağarada sıkışmış gibi kendini hisseder ve hiçbir şey onu mutlu edemez. Sığınılacak bir yer bulamamanın getirmiş olduğu korkunç yalnızlık, fizikten çok ruha acılar yükler. Ruh, yaratılış gerçeğine teslim olamamanın cenderesi içindedir. Fiziksel acılarda acının nerede olduğunu bilir oraya odaklanırsınız; ancak ruhunuz acı çekiyorsa ne yapacağınızı bilemezsiniz. Oysa ruhuyla tanışan insan depresyona gülümser!

            Depresyon en çok “gelişmiş” ülkelerde görülür; çünkü ruh orada yetim ve öksüzdür. İnsan, milyonların içinde yalnızdır. Ve ardından intiharlar sökün eder, insan, öldüğünde kurtulacağını sanarak dünyayı terk eder.

            Bu sanal dünyadan kaçış çok zordur. İnsanlık bu dünyanın ta dibine inmedikçe, bundan çıkmak mümkün gözükmemektedir. Bundan çıkmanın yollarından biri, bir işi bitirince yeniden bir başka işe girişmek olmalıdır. Fiziğini boş bırakan bunalıma girer de, ruhunu boş bırakan nereye girer? Ruhu tatmin etme yollarının başında da ibadetler gelmektedir. Namaz kılmayanlar, meditasyona koşuyorlar. Namaz (elbette Müslümanlar için), aynada kendisiyle tanışmasıdır ve asıl tanış olmak da budur. Hablullaha (Allah’ın ipi) tutunanın savrulması mümkün gözükmemektedir.

            Evet, evrensel bir dünyanın tam ortasındayız. Bu evrensellik içinde iki şey çatışacaktır: Nefs ve ruh! Bu dünyanın içinde ayağa kalkabilen, ruhunu tanıyabilen, fıtratını keşfedip o doğrultuda hareket edebilenler çok sağlam ve dayanıklı olacaklarıdır; çünkü onların kökleri derinlere indiğinden, rüzgâr ve fırtına onlara etki yapamayacaktır. Bu insanlar çok kaliteli olmakla birlikte çok fazla olmayacaklardır; fakat sel sularına karşılık bunlar, pınar suyu gibi diriltici ve ferahlatıcıdırlar.

            Evet, önümüzdeki zamanlar, çok kaliteli insanların zuhur edeceği zamanlar olacaktır. Dünya tepelerinde canlıya rastlanmaz. Bu insanlar candan geçtikleri ve nefs terbiyesi aldıkları için, kimseye yük olmayacaklar ve herkesin yükünü taşımak gibi bir görevle işe başlayacaklardır. O nedenle asla ümitsizliğe yer yoktur; çünkü zamanı ve zemini Yaratan’ın kulları ümitsizliğe kapılmaz.

            Bu koronalı günlerde evlerimizi ibadethane haline getirirsek, Mabudumuz bizlere bir çıkış yolu gösterecektir, inşallah.

D. Ali TAŞÇI (dalitasc@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci