SANAT, RUHUN EŞYAYA YANSIYAN DİLİDİR

D. Ali TAŞÇI

             Bu yazıyı okuyan herkes hayattadır, yani yaşıyor. Ölüler için yazmıyoruz. Demek ki, “hayat” ortak noktasında birleşiyoruz.                                                

 Her okuyucu, yazıya kendi müktesebatıyla yaklaşır; bilgisine, kültürüne ve o anki durumuna göre yazıyı anlar ve değerlendirir. Kimisi çok beğenirken yazılanı, kimileri de küplere binebilir.

            Psikolojik roman sevenler olduğu gibi, tarihi, polisiye ve diğer roman türlerinin de okuyucuları vardır.

            Lokantaya giden üç arkadaş farklı yemekleri tercih edebilirler; ama bu, onlar için kavga vesilesi olmaz. Aslolan yemektir, isteyen istediğini yer.

            Peki, “insan” ortak noktasında birleşemeyecek miyiz? Zor bir soru sorduğumun farkındayım. Bunun için, insan olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor.

            İnsan nasıl olunur? Yaratılış gerçeğiyle yüzleşerek. Baklavayı yapmak için un, şeker, yağ gibi maddeler gerekiyor. Bunlar tek başına baklava değil, ama bunlar olmadan da baklava olmuyor.

            İçimizdeki, yani fıtratımızdaki yönelişleri, bir ustanın eli ile hayata akıtarak insan olma özelliğini kazanıyoruz. Duygu ve düşüncelerimizin yontularak davranış haline gelmesiyle insan oluyoruz.

            İnsan mükemmel bir sanat eseridir; çünkü bütün sanatlar onun eliyle icra olunuyor.

            Hayat, farklı rollerdeki kişilerin, rollerini icra edebildikleri ortak sahnedir. Yönetmen, oyun bitene kadar herkese ayrı ayrı roller biçer; oyun bittikten sonra oyuncular, sahnede kol kola seyircileri selamlarlar. Alkış herkesedir.

            Ne var ki, hayatı tiyatrodan ayıran şey, onun tekrarının olmamasıdır. Hayatımızın bir saniyesinin bile tekrarı yoktur. Bu, müthiş bir gerçektir, bu gerçek iyice içe oturmadan sahneye çıkmamak lazımdır.

            Tiyatroda roller ezberlenir ve ne yapılacağı bilinir. Hayat bir tuluat gibidir; önceden roller bilinmediği için ezberlenmez, doğaçlama yapılır. Kimileri doğaçlamada daha başarılıdır.

            Tiyatronun hayata en çok benzer tarafı, kapanan perdesidir; tıpkı ölümle kapanan hayat perdesi gibi.

            Okuduğunuz bir eseri bitirdiğiniz zaman, içinizde hala devam ediyorsa, o sanat eseridir. Yaşanan hayat, öldükten sonra da ahenkli bir biçimde devam ediyorsa, o, sanatlı yaşanmış bir hayattır. Cennet, sanatlı yaşanmış hayatların durağı, cehennem ise, alelade yaşayışların mekânıdır.

            Sanat, eşyanın ruhtaki iz düşümü, bu iz düşümün zihin kalıbıyla dışa vurumudur. Sanat, ruhun eşyaya aksetmiş dilidir. Sanat, eşyanın ruhsallaşması ve sonsuz yolculuğa çıkışının biletidir. Sanat, varlıkta yakalanan sonsuz duruştur.

            Ruhun sonsuz örsünde şekil almayan esere sanat eseri denebilir mi? İnsan, Yaratıcı’nın mutlak örsünde şekil aldığı için mükemmel bir sanat eseridir.

            Hayat herkesin ortak malıdır; siz ondan konuşuyorsanız kimse size kayıtsız kalamaz. Sanat, bu herkesin ortak malına kendi özgün anlayışını işleme sürecidir. Her sanat özgün olmak zorundadır, çünkü tekrarı yoktur. O, taklit etmez ve taklitten nefret eder. Sanatın taklitten nefret ettiği kadar hiçbir şey, hiçbir şeyden nefret etmez.

             Sanat özgün olduğu için de aynı zamanda çeşitliliktir, zenginliktir. Çeşitliliği kavga unsuru olarak görenler zavallıdır. Hayatı okuyamayan, sanattan anlamayanlardır; bu nedenle yalnızdırlar; çünkü sanat çoğalmaktır.

 Her anını farklı ve özgün yaşayamayan insan ne kadar basittir! Bu basitliği yok etmek için uğraş vermenin adı da erdemdir. Bunun için sanat erdemli insanların işidir.

            Hayatı sanatlı yaşamanın adı ibadettir. İbadetsiz bir hayat, tekdüze bir hayattır; çünkü ibadet, Yaratan’la her an farklı buluşmalar ve farklı yapılanmalar gerçekleştirmektir. Sanatı içselleştirenler her anlarını farklı yaşarlar; çünkü onların “an”larının tekrarı yoktur. Sanatçı, sonsuzluğu an içinde tadan ve tattıran insandır. Sonsuza kapı aralamayan eser de sanat eseri değildir.

            Sanat, varlıkta Yaratıcı’nın izini sürmektir.  

 Sanat, kendi yeteneğine anne olmaktır. Yeteneğini doğurmamış insanlar neyi, nasıl sevsinler? Oysa sanat, sevgiyle ve tecessüsle başlar. Yeteneği dölleyen de tecessüstür. Tecessüs, sanatın babasıdır. Sevgi olmadan da iz sürülemez ve heyecan duyulamaz. Sanatçının kalbi, varlık âleminde yüzden aşağı çarpmamalıdır; çünkü o, sanatıyla eşyanın hakikatine yaklaştıkça nabzı heyecandan hızla atan insandır.

Sanat özgün (orijinal)dür dedik; ölüm kadar orijinal bir eser var mıdır? Çünkü onun asla taklidi yoktur. Öyleyse ölüm, müthiş bir sanattır ki, hayatımıza sonsuzluğun mührünü vuruyor. Ölümün taklidi yoktur, taklitlerinden sakınmak gerekmez. Taklitle yaşanmış bir hayata ölüm orijinal mührünü vurmaz, sıradan yaşanmış hayat yığınlarının içine atar.

Sanat, hayata bir tebessümdür ve hayatı tebessüme çeviren bir eylemdir. Hayatı sanatlı yaşayanlara ölüm güler yüzle gelecektir. Artık ölümün adı tebessümdür.

Sanat, ölümü munisleştirmek, yoldaş, arkadaş, dost edinmenin bir başka adıdır. Sanat, sonsuzluk binitidir. Kimde sonsuzluk duygusu yoksa o, sanatkâr değildir.

            Ve bize sunulan hayat müthiş bir malzemedir; herkes bu malzemeyi sanata dönüştürüp dönüştüremediğinden sorulacaktır.