Secde medeniyeti mi; şeytan uygarlığı mı?

D. Ali TAŞÇI

 

 

 

Âlemleri yoktan var eden, bize secde gibi bir nimet vererek kulluk makamıyla şereflendiren ve Sevgililer Sevgilisi’ne ümmet kılan Allah’a (CC) sonsuz şükürler olsun.

            Her varlık kendi yaradılış biçimi doğrultusunda kulluk içindedir. İnsan, yaratılmışlar içinde en seçkin varlıktır. Böyle seçkin bir varlık namazla emrolunarak ondan kulluk istenmişse, namaz çok önemli bir ibadet demektir. Veya insanı seçkin/ ekmel konumuna yükselten namazdır.

            İnsanoğlu, varlık alanına indiği günden beri kendini hep sorgulamış ve zihninde birtakım sorular oluşmuştur: “ Ben neyim? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Niçin varım?” Bu çetin sorulardan felsefe doğmuş; fakat tatmin edici cevabı beşer aklı verememiştir; çünkü aklın gaybı kuşatması, tek başına onu anlaması mümkün değildir.

            İbn Arabî bize sık sık, aklın “Allah, âlem ve ben” konusunda bir bilgi kaynağı olarak yetersiz kaldığını söyler. O, tekrar tekrar, “Allah’tan korkun; Allah size öğretecektir.” ( Bakara: 282 ) ayetlerini iktibas eder. Doğru bilgiye bizzat Allah’ın öğretmesiyle veya şer ’i nizam ve kurallarıyla varılacağını bildirir. ( Var Olmanın Boyutları, William Chittick, İnsan Y. S. 235 )

            İnsan aciz bir varlıktır. Onun acziyetini yaşlılığında, hastalığında veya üstesinden gelemediği bir olay karşısında görür ve ona acırsınız. En zalimi bile boynunu büker. Firavun’un denizde boğulurken düştüğü halini düşününüz.

            Aciz bir varlığın, Mutlak Egemen bir varlığı kabullenmesi, O’na yaslanması, bu güçsüz varlığı mutlu kılar. Ölüm ötesini, sonsuzluk kavramını çözer; varlık bilincini diri tutar.

            İnsanı çıldırtan beynindeki “acaba”lardır. Oysa mümin bir kulun beyninde “acaba” akrebi barınamaz. O, Mutlak Güç’e teslim olarak, beynini kemiren akreplerden kurtulmuştur.

            Namaz, var oluş kimliğidir, müminin. Bu kimlik onu sonsuzluk yurduna salimen çıkarır; adresi bellidir. Namazsız insan, kaybolmuş insandır; çünkü onun var oluş (ev) adresi yoktur. Yukarıdan aşağıya paraşütsüz düşen insanın ölüm korkusu gibi, namazsız insan, boşluğa bıraktığı ruhunun acısını içinde hep hisseder. Bu korku farklı biçimde dışa vurulur. Kimi içkiye koşar, kimi eğlenceye veya başka şeylere.

            Uygarlık (medeniyet değil), ölümden kaçan insanların dünya üzerinde kurmuş oldukları tedirginlik şatosudur. Bu şatoda insan kendine, âleme ve Allah’a yabancıdır. Problem çözücü değil, problemleri çetrefilleştirendir.  Çözümsüzlüğün bunalımına düşendir; çünkü uygarlık, bunalımlar toplamıdır.

            Namaz, insanın kendini tanıma sürecidir. Medeniyet, hayatlarında namazı bayraklaştıran ve kulluk beratını alan insanların sonsuzluk yürüyüşlerinden kalan izlerdir ve bu izlerde fanilik okunur. Medeniyetin mümeyyiz vasfı, her boyutuna faniliğin sinmiş olmasıdır.

            Namaz, insana faniliğini hatırlattığı için de aldatmayandır. Fani olanda beka aramak aldanmaktır. Mutsuzluk, aldanmışlığın derin çukurudur. Üzüntü, sahip olduklarımızın elimizden gitmesi sonucu bizde uyanan duygudur. Fani olana gönül verenlerin üzüntüleri eksik olmayacaktır.

            Şu ayetler bize bir şeyler hatırlatmıyor mu?

            “ Eğer bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olmasalardı, Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.”

            “ Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.” ( Zuhruf : 33, 34, 35 )

            Şimdi kendimize şu soruyu soralım: Değer ölçün nedir? Fani olan dünya ve içindekiler mi, yoksa sonsuzluğun nimetleri mi? Allah Resulü (AS) buyuruyor: “ Sabah namazının iki rekât sünneti, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (Müslim)

            “Ben, dünyanızda bir ağacın altında gölgelenen bir yolcu gibiyim.”

            Gazali de şu vurguyu yapar: “ Namaz kıldığın zaman veda eden gibi namaz kıl.” (İhya, C.1, S.410)

            Medeniyet, O’nun ayak izleridir ve bu izlerde fanilik okunur. Bu ayak izlerinde egoizm, sömürü, biriktirme, incitme… yoktur.

            Uygarlık, beka duygusunu dünyanın içine hapsederek onun infilakına sebep olmuştur; çünkü dünya, beka duygusunu içinde taşıyabilecek güçte değildir.

            Medeniyet ise, beka duygusunu sonsuzluğa serpiştirerek her türlü ruhi ve maddi patlamaların önüne geçmiştir.

            Medeni insan, secde eden insandır; çünkü secde, imandır. Medeniyet yurdunun bayrağı da secdedir, kulluktur.

            “ Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)

            Yaratılış gayesi kulluk olunca ve bu yerine getirilmeyince, yaratılanlar kaçak demektir. Uygarlık, kaçakların yurdudur.

            Allah’ın irade beyanına tabi olmak mutluluk kaynağıdır; çünkü burada kendi varlığınla tanışmak, bütünleşmek ve kaynaşmak vardır.

            “ Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir.” (Ankebut: 45) Öyleyse namazsız bir dünya, kötülükler dünyasıdır ve bu dünyadan iyilik beklemek gaflettir. Namaz, insanı arındırır; arınan insanların kurduğu dünya, mutluluk yurdudur. Evet, her namaz kılan iyi değildir, ama Allah katındaki tüm iyiler mutlaka namaz kılmıştır, namaz kılar!

            Kur’an, insana ebedi yol haritası çiziyor. Medeniyet, Kur’an’ın dünya açılımıdır. Medeniyet yurdunun da bayrağı namaz olduğuna göre, namaz aynı zamanda insanın gerçek bağımsızlığının sembolüdür.

            “ Secde et ve yaklaş.” ( Alâk: 19) diyor, Allah.

            Secde, kabullenmektir. Kabullendikten sonra dostluk makamına alınır insan. Secde aynı zamanda dostluğun da beratıdır, Allah’a ulaştıran şifredir.

            “ Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış). (Neml: 25)

            Şeytan, Âdem’e secde etmeyerek (onu tanımayarak) karanlığa saplanmadı mı?

            Uygarlık, Allah’ı tanımayanların karanlık yurdu; medeniyet ise, Allah’ a secde edenlerin aydınlık vatanıdır.

            Bütün bu oluşumların yol haritası Kur’an ve rehberi de Hz. Peygamber (AS) olduğuna göre, Kur’an’sız ve peygambersiz bir dünya karanlıktır. Bu dünyanın her türlü “gelişmişliği” ve yaldızlı sözleri müminleri aldatmamalıdır. Mümin, ferasetli olandır. Bu, kıyamet yoludur ve kıyamet, sapkınlar için ebedi bir hüsrandır.

            Din bir araçtır; onunla insan yapılır. “Namaz dinin direğidir.” Bu direk yoksa veya kırık ise, din ayakta duramaz. Dinin ayakta duramadığı bir yerde insan aslı kimliğiyle yoktur; orada kendisine yabancılaşmış yaratıklar vardır.

            Oysa insan dünyaya sağlam bir çekirdek olarak düşer ve ondan kâmil bir insan ağacı olması istenir. Bu ağaçların toplamından da medeniyet yurdu kurulur. Bunun dışındaki her hareket, fikir, oluşum bizzat insanın kendisine zulümdür.

            “ İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya, işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (En’am: 82)

            Bu ayet inince Ashab-ı Kiram korktular. İmanlarına zulmü bulaştırmamak nasıl mümkün olacaktı? Bunun üzerine Hz. Peygamber (AS) şu ayeti okudu:

            “ Şirk ( Allah’a ortak koşmak), en büyük zulümdür.” ( Lokman: 13 )

            Şirk, bir bardak temiz suya bir damla da olsa şarap karıştırmaktır ki, tüm suyu haram eder.

            Güven, imanlarında saflığı yakalayanların hakkıdır. Bu duygu onlara kişilik verir. Bugünün şirki bayraklaştırmış dünyasından güven beklemek ise, Allah’a iftira olur.

            Güven, aynı zamanda insanın kemalatıyla da ilişkilidir. Kullukla (namazla) ruhunu taçlandırmamış insanın güven zaafı vardır; o, korkaktır ve korkak olduğu için de saldırgandır. Emperyalizmin her türlü saldırısının temelinde güven zaafı yatmaktadır. Dolayısıyla uygarlığın en belirgin özelliğidir de saldırganlıktır.

            Namaz bir kurtuluştur. Secde, dünyada dosta verilmiş en büyük armağandır. Kur’an devletine secde pasaportuyla girilir. Sevgiliye secdede vasıl olunur.

            Namaza kabul edilmiş insan, ne mübarek insandır. Namazın kabul olup olmaması elbette önemlidir, ama namaza kabul edilmek başlı başına bir şereftir, mutluluktur.

            Yarın herkes sevgilisiyle dirildiği zaman, alınlarında secde bayrağı dalgalananlar ebedi kurtulanlardan olacaktır. Rabbim cümlemizi onlardan eylesin.