Her çeşit dejenerasyonun, her çeşit sapmanın, her türlü inkârcılığın, kısaca bütün sapkınlıkların barınağı ve kuluçka makinesi olan batı hümanizminin insanlığın başına bela ettiği sekülerizm, günümüz insanlığının en önemli kırılma noktasını teşkil etmektedir.
Felsefecilerin, dünyevileşmek diye tanımladıkları bu kavram, esasen dinin dünyevileştirilmesinden başka bir şey değildir. Daha açık bir ifadeyle, hayatın merkezinden Tanrıyı çıkartıp yerine insanı yerleştirme sapkınlığıdır. Başka bir açıdan bakıldığında da, insanin tanrının yerine konması, yanı insanın tanrılaştırılmasıdır.
Sekülerist stratejilerin ilk safhasında temel hedef dinin insan hayatından kovularak yerine modernitenin ikame edilmesidir.
Bu sapkınlığın en büyük taşıyıcısı sosyete diye tabir edilen çevrelerdir.
İkinci süreçte ise, dünyeviliğin din haline getirilmesi aşaması yer almaktadır. Çağımız insani bu hastalığın kıskacında paranın, şöhretin ve cinselliğin kölesi durumuna düşürülmüştür. Para, şöhret ve benzeri değerler adeta insanlığın tapınacağı temel değerler haline dönüşmüştür. Bu aşamada yaradanını unutan insanoğlu adeta canavarlaşmakta, bir birini boğazlamak için fırsat kollar hale gelmektedir. Bu süreçte insan tanrı buyruğuna isyan etmekte ve kendi aklına tapınmaktadır. Kendi aklını öne çıkaran insan her konuda ben demekte, kendi çıkarından başka hiçbir şey düşünemez noktalara gelebilmektedir.
Daha sonraki diğer aşamalarda, insan üretkenliği ve tüketiciliği sınır tanımaz hale gelirken, sanatsal üretkenlik müstehcenlikle kirletilmekte ve temel tüketim ihtiyaçları yerini lüks tüketime terk ederek bir biri hakkına tecavüzler zuhur etmekte, insanca bölüşümün önü kesilerek sömürü çarkları devreye girmektedir.
Çağımız toplumlarını bir baştan diğer başa kuşatan bu sapkınlık, Türk toplum yapısını da ne yazık ki derinden etkilemiş durumdadır. Milletimizin sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel kimyasının bozulmasının temel sebebi sekülerist yaşam tarzına olan hayranlığımızdır. Bugünkü Türkiyenin fotoğrafına baktığımızda birden çok Türkiyenin varlığını gözlemliyoruz. Toplumsal yozlaşma ve kırılma noktalarını tekâmül noktası diye yutturmaya kalkanlar bizlere hayırlı bakmayan çevrelerdir. Yozlaşma, kendine yabancılaşma, genel kabullerden kaçma, çizgi ötesi kayma gibi sosyolojik olayları değişim veya zenginlik diye takdim edenler ya kötü niyetli kimselerdir, ya da çağın hastalığına yenik düşmüş zavallılardır.
Toplumumuz ciddi bir kırılma yaşamaktadır. Bu kırılma hemen hemen her alanda son hızıyla sürmektedir. Milletimizin ortak paydaları bir bir yok edilirken, insanımızın kimyası bozulmaktadır.
Türk toplumu üzerinde dizayn çalışması yapmakla kendilerini görevli sayanlar gerçekten iyi niyetli iseler sokaklarımızın durumuna bakmak zorundadırlar. Çağdaşlaşıyoruz, modernleşiyoruz, globalleşiyoruz diyerek nerelere getirildiğimizi erkenden masaya yatırmak zorundadırlar. Bir şeyler kazanalım derken neler kaybettiğimizi de gündemimize almak zorundayız. Aksı durumda Kıbrısta örneklerini gördüğümüz gibi bu ülkeden de kaçışlar başlayacaktır. Yaratandan kaçan bir neslin kaçmayacağı, reddetmeyeceği, tanımayacağı bir değer düşünmek mümkün müdür?
Allah aşkına söyleyin mümkün müdür?