Şerif Mardinin Mahalle baskısından sonra, şimdi de Türkiyede öğretmen-imam rekabetinden öğretmen kaybetti. demesi, epeyce ses getirmişe benziyor. Aslında birçok şeyi hepimiz kaybettik de pek farkında değil miyiz, diye insanın sorası geliyor.
Şerif Mardini entelektüel tabaka tanır. Amerikada yaşayan bir sosyoloji profesörü. Arada bir de Türkiyeye uğrar. Bu ziyaretleri esnasında bazı demeçler de verir, onlar gündeme oturur. Ne var ki, onun söyledikleri yeni değildir; kitaplarında bu konuları zaten enine boyuna tartışmıştır. Fakat bizim okumayan aydınımız, bir şeyler ancak söylenince duyuyor.
İşte bu yazılarından biri:
En derinde Cumhuriyetin merkezi temel değerler katında bir başarısızlığından söz edilebilir. Her topluluk bir temel felsefe üzerinde kurulmuştur. Bu felsefe kişide bir dünya görüşüyle sonuçlanır. Cumhuriyetin en zayıf yanı, bu felsefe eksikliği olmuştur. Kemalizmin derin ya da çok kapsayıcı felsefi temelleri olduğu büyük bir güvenle söylenemez. ( Türkiyede Din ve Siyaset. S.243, İletişim Y. 1991)
Bir başka sosyolog Emre Kongar, Mardinin, gazetelere vermiş olduğu buna benzer demeçlerini eleştiriyor ve şunları söylüyor:
Mardin, Cumhuriyette iyi, doğru ve güzel hakkında çok derine giden düşünce yok. sözleriyle, Cumhuriyetin dayandığı tüm aydınlanmacı Pozitivist felsefenin temellerini yok sayıyor.
Kongar, pozitivizm denen bir felsefi akımdan söz ediyor ve onun Cumhuriyetin fikir temellerini oluşturduğuna vurgu yapıyor. Bu saptaması pek yabana atılacak türden değildir.
Pozitivizm nedir, ona bir bakalım: Teoloji ( ilahiyat ) ve metafizik (öte dünya ) içermeyen, sadece fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bir felsefi anlayış. ( Sözlükler)
Auguste Comteun 19. yüzyılda ortaya attığı bir görüştür ve 20. yüzyılın ortalarına kadar dünyada etkili olmuştur. ( Hala da olmaktadır ya. ) Komünizmin de kapitalizmin de maddeci dünya görüşü bu felsefi akıma dayanır. Tanzimattan sonra Türk aydını da aynı felsefi akımı benimser ve devlet felsefesi yapmaya çalışır. (Bunlar bilinmeden bugünkü kavgalar anlaşılamaz.) Kongar bu konuda haklıdır.
Ama Osmanlının bakiyesi olan Müslüman halk, tanrıyı paranteze alan, onu hayattan kovan bu felsefi akımı benimseyecek miydi veya benimsedi mi?
Şerif Mardin şöyle diyor röportajında : Biz Türkiyeyi çok iyi tanımıyoruz. En önemli saydığım iyi, doğru ve güzel hakkında Kemalizmin bir zaafı var. Batıda laiklerin tartıştıkları ve binlerce sayfalık tartışma yaptıkları iyi, doğru ve güzel anlatısı hakkında bugün Türkiyede liseden mezun olanların bilgisi sıfır seviyesindedir. Kemalizmin zaafının bu olduğunu anlamak lazım. İslamın zayıf ve boş bir alanı doldurduğunu görüyoruz. Uzun süre Kemalizm çalıştığınız zaman kuru bir yanı olduğunu anlıyorsunuz. Yurtta sulh, cihanda sulh derin bir ifade değildir. Laikliği tartışırsanız, günlerinizi hapishanede geçirebilirsiniz.
Necip Fazılın bir tesbiti var: Giden şey İslamdı, gelen şeyse hiç! ( İdeolocya örgüsü )
Burada esas tartışılması gereken üç kavram var: İyi, doğru ve güzel. Bir köşe yazısında şu kadarına değinelim.
İyi-kötü: Bu kavram, bir toplumun ahlaki yapısını oluşturur, yani etik yönü düzenler.
Doğru- yanlış: Bu da hukuk sistemiyle ilgilidir; neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ortaya koyar.
Güzel- çirkin: Bu ise, sanatı, yani estetiği ortaya çıkarır.
Kemalizmin orijinal iyi, doğru ve güzel kavramları var mıdır? Kongar, Kemalizmin temellerini aydınlanmacı pozitivizme dayandırıyor, doğru; fakat bu, aynı zamanda Kemalizmin orijinal bir felsefesinin olmadığını da göstermez mi? İyi, doğru ve güzel kavramlarının tümü Batıdan alındığına göre, sizin özgün fikriniz nerededir?
Her felsefi ekol mutlaka yukarıdaki üç kavrama cevap vermek zorundadır. Aksi halde zaten bir felsefi anlayışım var diyemez.
Osmanlı bakiyesi Müslüman Türk halkının inanç ve hayat algısıyla çelişen bu akım, bu topraklarda tutar mıydı? Adanaya çay mı ekilmek istenmişti? Hangi taklit derin olmuştur ki? Mardinin Kemalizmle ilgili derin değil ifadesine niçin karşı çıkılıyor ki?
Şerif Mardini dinleyelim: Cumhuriyetin kurucuları dinin Osmanlı toplumunda gördüğü fonksiyonları üstüne alacak kurumları kurarken toplumsal ve siyasal katılmanın bunları ne kadar zorlayacağını kestirememişlerdir. ( a.g.e, S.242 )
Osmanlının giden tüm kurumlarını bıraktık, Cumhuriyetin getirdiği Diyanet kurumunu bile bu halk tam olarak kabul etmekte zorlanmaktadır.
Mardin devam ediyor: Cumhuriyetin kurucuları laikliğin tutunabilmesi için yeni bir kişilik sisteminin gerekeceği fikrini pek o kadar önemsememişlerdi. ( a.g.e, S. 242 )
Sözde değil, özde tartışması işte bunun ürünüdür. Her sistem kendi bireyini oluşturur. Bu bireyler bir araya gelir ve bir toplum ortaya çıkar. Orada birey-toplum çatışması doğmaz ve sistem de ikide bir tökezlemez.
Jakobenizm, yukarıdan aşağıya gelir, elitlerin görüş ve düşüncelerine önem verir; halkın ne düşündüğüne itibar etmez. Yapılmak istenen halk, bir gün bu yapılmaya karşı çıkarsa, o zaman kavga başlar.
Bünyeye uymayan kan verirseniz, o bünyede neler olur?