SEVGİ VE HOŞGÖRÜ

İlhami GÜNAYDIN

 

 

İnsanı insan yapan değerlerin başında sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, fedakârlık gibi erdemler; bununla birlikte dostluk, arkadaşlık, komşuluk, aile ve akraba ilişkileri gibi insanlar arasında kaynaşmayı ve birliği sağlayan duygular; doğruluk, ahde vefa, sabır, şükür gibi ahlaki faziletler gelir. Bütün bunlar insan olmamızı, insanca yaşayabilmemizi sağlayan değerlerdir.

 

Maalesef bugün bu değerlerden uzak olduğumuz için özel hayatımızda olsun, sosyal,  ekonomik ve kültürel hayatımızda olsun sürekli sarsılmalar yaşıyoruz. Hayatımızı anlamlandıran, yaşadığımız çevremizi güzelleştiren, insanoğlunun huzur ve mutluluk reçetesi olan bu kavramların hayatımızdan çıkmasıyla birlikte yaşayacağımız felaketleri bile görmek istemiyoruz. Olayları akışına bırakarak gelecek nesillerimize kötü bir miras bırakıp onların da felaketlerine sebep olmuş olmayacak mıyız?

 

Her şey sevgiden geçer. Yunus Emre ne güzel demiş; “yaradılanı severim yaradandan ötürü” Yaradan yaratmaya değer kıldıysa, o değerlidir, bize yargılamak düşmez. İyi ve adil bir kul olmanın başında insanlara sevgi ve merhametle yaklaşma gelir. Sevgi bir hazine ise merhamet onun kapısıdır ve bu kapının anahtarını ise şefkat oluşturur. Sevgiye ulaşmadan önce merhameti iyi bilmek gerekir, çünkü sevgi merhametin acıma duygusunun bir getirisidir. Zaten merhameti olmayan bir insan, nasıl birini sever ki? Sevgili Peygamber Efendimizin şu hadisi şerifi sevgiyle alakalı konumuza ne de güzel bir örnek teşkil etmektedir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”

 

Sevgi tohumunun yeşermesini istiyorsak, sevgi paylaştıkça çoğalır düsturundan hareketle birbirlerimize sevgiyle yaklaşmalıyız. Siz birine sevgiyle yaklaşırsanız, o da bir başkasına sizin verdiğiniz sevginin enerjisiyle, hazzıyla yaklaşır. Sonuç olarak sevgi çoğalır ve dalga dalga yayılır. Siz birine tebessümle yaklaşırsanız, o da diğerine, o da diğerine derken giderek yok olan insanlar arasındaki hoşgörüyü, merhameti hala içimizde diri tuttuğumuzu kanıtlamış oluruz.

 

Şimdi yeri gelmişken konu başlıklarımızdan biri olan hoşgörünün de kısa bir tanımını yaparak yazıma devam etmek istiyorum. Hoşgörü kısaca; affetme, kolaylaştırma, ayıp ve kusurları örtme, başkalarının düşünce ve davranışlarına anlayış gösterme demektir. Bu kavrama ve bu kavramın gereğini yerine getirmeye de toplum olarak şu zamanda oldukça ihtiyaç duymaktayız. Günümüzde hoşgörü, liberal toplumları karakterize eden kavramlardan biridir. Bu toplumlar birbirinden çok farklı değerleri, inançları, dünya görüşlerini ve bunlarla ilintili hayat tarzlarını benimsemiş bireylerle büyük bir çeşitlilik arz etmektedir. Liberal ülkeler çeşitliliğin bütün unsurlarının özgürlük ve barış içerisinde bir arada yaşayabilmelerini hoşgörünün içselleştirilmesinde bulmuşlardır. Zaten demokrasinin de gereği bu olsa gerek.

 

Düşüncelerinden, dini inançlarından, siyasi görüşlerinden, ırkından, mezhebinden dolayı insanlar aşağılanamaz, kınanamaz, dışlanamaz. Bu tutum yaradılışımıza da aykırıdır. Zira bizleri yoktan var eden Allah (c.c), insanoğlunu tek tip insan ve tek millet olarak da yaratabilirdi. Bizleri çeşitli kabilelere, ırklara ve değişik düşünce ve görüşlere sahip topluluklar olarak yarattı. İnsanlar kendilerince doğru bildikleri şeyleri karşısındaki insanlarla paylaşırlar. Ancak hiç kimse şahsi fikirlerini karşısındaki insana kaba kuvvetle dayatamaz. Kimsenin böyle bir hakkı da yoktur. Yaradan da biz kullarına elçilerini bir baskı ve kaba kuvvet anlayışıyla değil, sadece tebliğ ve anlatımla vazifelendirdi. Dinde zorlama yoktur ayeti mucibince.

 

Değerli dostlar; ülkemizi ve milletimizi bölmek ve parçalamak isteyen dış ve iç mihraklar hep aynı oyunları farklı kimlik ve kişiliklerle ortaya sürmekte,  milli birlik ve bütünlüğümüzü bu şekilde bozmaya çalışmaktadır. “Solcu-sağcı, laik-anti laik, dinli-dinsiz, Türk-Kürt” vb söylemlerle insanlarımız birbirine düşürülmekte, kaos ortamı oluşturup, istikrarsız ve güçsüz bir Türkiye istenmektedir. Aynı vatanın, aynı coğrafyanın insanlarıyız. Farklı siyasi partilerde görev alabiliriz. Farklı kültür ve düşüncelere sahip olabiliriz. Farklı din ve mezheplere mensup olabiliriz. Ecdadımız Osmanlı 27 milyon kilometre kare toprağa hükmederken,  yüzlerce farklı inanç ve etnik unsuru bir arada tutmayı, kardeşçe yaşamayı başarmış ve cihana hükmetmiştir. Bizler Osmanlı bakiyesi olan bu topraklarda 780 bin kilometre karede bir ve beraber olmayı, en azından milli birlik ve bütünlüğümüz söz konusu olunca bu payda da buluşmayı beceremeyecek miyiz?

 

Bizleri bölmek ve parçalamak isteyen mahfiller, her zaman olduğu gibi aynı oyunları sahnelemeyi sürmekte ve ülkemiz insanını birbirine düşürüp kardeşkanı dökülmesine çanak tutmaktadır. Sloganımız; “solcusu-sağcısı, dinlisi-dinsizi, alevisi-sunnisi, Türk’ü-Kürd’ü biriz ve beraberiz bizi bölemeyeceksiniz” olmalı. Özellikle siyasiler söylemlerine daha çok dikkat etmeli, kin ve nefret duygularını tetikleyen söylemlerden vazgeçmelidir. Siyasi geçmişimizde yapılan bu tarz yaklaşımlar ülkeye hiçbir şey kazandırmadığı gibi bundan sonra da kazandırmayacak, bilakis toplumu ayrıştırmış olacaktır.

 

Siyasi liderlerimizden daha çok hoşgörü bekliyoruz. İktidar ve muhalefet liderleri toplumu ayrıştırıcı ve geçmişte kalan nefret ateşini körükleyici söylemlerden kaçınmalıdır. Bu toprakların yetiştirdiği Atatürk, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş gibi önemli şahsiyetleri siyasetlerinde referans olarak kullanırken hasletlerini özlerinde yaşayıp tebaalarına hissettirmeleri gerekmiyor mu? Aksi durumda siyasilerin söylemleri ve eylemleri çelişmiş olmuyor mu? Bir yandan “ne olursan ol gel” diyen Mevlana, öbür yandan “yaradılanı severim yaradandan ötürü” diyen Yunus Emre, öte yandan da kardeşlik ve barıştan yana “yurtta sulh, cihanda sulh” söylemiyle Atatürk. Bu gibi değerlerin söylemleriyle siyasetinizi süsleyecek öbür yandan birbirinize tahammül göstermeyerek hoşgörülü olmayacaksınız. O zaman söylemlerinizle eylemleriniz çelişmez mi? Bu millet kavga istemiyor. Muhasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu, milli birlik ve bütünlükten geçer, kardeşlikten geçer.

 

Neden birbirimize tahammül gösteremiyoruz diye düşündüğümde aklıma hemen birkaç şey geldi:

 

·         Birbirimize güvenimiz tam değil.

·         Olaylar ve insanlarla ilgili önyargılarımız var.

·         Sabredemiyoruz. Sabırsız bir toplum haline geldik.

·         Egolarımızı dizginleyemiyoruz.

·         Her şey bizim kafamızdaki gibi olsun, herkes istediğimiz gibi düşünsün istiyoruz.

·         Birbirimize olan saygımızı kolay yitiriyoruz.

 

Açıkçası bana göre Müslüman olsun olmasın kendisini dünyanın merkezine alarak, farklı olanları yok sayarak yaşamak, ötekileştirmek ve dayatmalarla kendine benzetmeye çalışmak çok çirkin bir tutum ve hasta bir ruh halidir. Allah her insana müstakil bir irade vermiştir. Her insana ayrı ayrı iradelerin verilmiş olması herkesin birbirinden farklı olma özgürlüğünün olduğunu gösterir. Kısaca dini ve hayatı kendi tabiatı içerisinde doğru okur ve anlarsak, dinde dayatmanın olamayacağını, hayatın da farklılıklar içinde yaratıldığı gerçeğini içimize sindirirsek; başkalarının farklılığı da bizi rahatsız etmez ve soruna dönüşmeden birbirlerinin yaşam alanlarına tecavüz etmeden barış içinde birlikte yaşama zemini hazırlamış oluruz. Allah (c.c.) Kur'an’da Hz. Musa’yı Firavuna gönderirken “Ona yumuşak söyleyin, belki düşünür ve saygı duyar” (Taha 44.) ayeti kerimesiyle yaklaşmasını söyler.

 

Yazımın sonunda daha önce okumuş olduğum bir ayetin mealini ve onun bize anlatmak istediğini sizinle paylaşmak istiyorum:

 

“Allah (suları acı ve tatlı) olan iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Ama aralarında birbirlerine kavuşmalarını önleyen bir engel vardır. Bir tarafın tuzlu suyu bir tarafın tatlı suyuna karışmamaktadır. Rabbinizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz. İkisinde de inci mercan çıkar.”

 

Allah acı ve tatlı olmak üzere birbirlerinden farklı yarattığı iki denizi birbirine kavuşturuyor. Yani tek bir deniz haline getiriyor. Fakat aralarında görülmez bir engel sayesinde birbirlerine kavuşmuyorlar. Yani iki deniz bir araya gelerek tek bir deniz olmalarına rağmen, farklılıklarını koruyorlar. Diğer bir ifade ile farklı olmaları bir araya gelmelerine engel olmuyor. Her iki deniz de bu halleriyle inci ve mercan gibi değerler taşıyor. Kısaca söylersek, farklılıkları bir araya gelmelerine mani olmadığı gibi, inci ve mercan gibi değerlerini de kaybetmiyorlar. Sanki Rabbimiz bu ayetinde bize şöyle sesleniyor; “Ey Müslümanlar ibret alın. Farklılıklarınız bir araya gelmenize engel değil, bir araya gelmeniz için herkesin tek tip olması gerekmez. Bir arada olurken de farklı olabilirsiniz, ya da farklılıklarınıza rağmen birlikte hareket edebilirsiniz.”

 

Hülasa bir başkasını ötekileştirmeden sevgi, saygı ve hoşgörü içerisinde bu coğrafyada kardeşçe yaşamak durumundayız. Başka bir Türkiye yok. Bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkalım. “Değerlerimiz geleceğimizdir.”

 

Selam ve sevgilerimle…