Ülkemizde “kadına şiddet” konusu neredeyse gündemden hiç düşmüyor. Sık aralıklarla TV’lere ve sosyal medyaya düşen haberlerle irkiliyoruz. Normal insanın aklına gelmeyecek olan cinayetlerle ülke adeta sarsılıyor. Çocuğunun gözleri önünde, eşini öldüren birine hangi sıfat yakışır bilemiyorum.
Aslında bütün bunlar eş cinayeti midir, başka bir birikimin eş üzerinden dışa vurumu mudur, uzmanların araştırmaları gereken konulardır.
Ülkemiz Cumhuriyet’le birlikte yeni bir dünya düzenine geçmeye çalıştı. Altı yüz yıllık Osmanlı dönemi ve daha önceki anlayışlar terk edilmek istendi. “Muasır medeniyet- çağdaş uygarlık” denilerek Batı’nın anlayışı, yaşam biçimi hedeflendi ve hızla yol almaya başlandı. Bir dizi “inkılâp”lar gündeme geldi. Tarih, kültür, hayatın tümünü oluşturan yazı değiştirildi. Toplumsal hafıza bir anda sıfırlandı. Neler olup bittiğini bugün artık çok az da olsa bilmekteyiz.
Bir insanın vücuduna çok küçük de olsa yabancı bir madde girdiğinde, o vücut alerjik tepki veriyor. Farklı bir kan grubu verseniz, hasta onu asla kabul edemiyor, hatta ölebiliyor da, bir tarihi, kültürü, yaşam biçimini bir toplumdan, ceketini çıkarır gibi çıkarmaya kalkışırsanız, sonucunu tahmin ve izah edemezsiniz.
Batı için komünist olmuş, faşist olmuş, kapitalist olmuş pek fark etmez; çünkü onun yaşam biçimine üçü de uyar; çünkü kendi tecrübelerinden çıkmıştır her üçü de. Temelde bir din (Hıristiyanlık) algısı vardır ve bu din, onun yaşam biçimini çok da ilgilendirmemektedir. Hangi devrimi yaptılarsa, asla toplumsal hafıza niteliğinde olan yazıyı değiştirmemişler ve bireylerin yaşam damarlarını zedelememişlerdir.
Şimdi çok kısa olarak kendimizi değerlendirelim:
Tanzimat’tan beri, belki de daha evvel, bir karmaşanın içerisine girdik. Sonuç, İmparatorluk elden gitti ve 780 bin kilometre karede 13 milyon insanla (ki, bunun 9 milyonu kadın, 4 milyonu da çocuk ve yaşlı) bir devlet kurduk. “Eskiyi unut, yeni yolu tut.” diyerek, tarihi misyonumuzun dışında farklı ufuklara açıldık. Kendi özümüzden bir şey katmadan ( eğitimde, kültürde, ekonomide, sosyal hayatta…) yabancı algı ve anlayışları damarlarımıza zerk eyledik.
Konu derin, ben kısaca anlatmak istiyorum:
Damarlara zerk eylediğimiz bu “taze kan” bize uydu mu şimdi? Hayatın hiçbir alanında orijinal değildik. Taklitler de aslına uymadığı için tökezledik. Anadolu insanının bir din algısı vardı, her ne kadar atadan kalma olsa da. Daha henüz şehirleşme gerçekleşmediği için köylerde bununla idare ediyordu. Yeni sistemde ilerlemenin yolu sekülerlikten geçtiğinden, okuma zaten “beyaz Türkler”in işiydi, ama okuyanlar, atalarının anlayışına adeta düşman kesildiler. Halk bunları görünce çocuklarını okula göndermekten çekindi. Bugün “kadına şiddet” olarak ortaya çıkan soruna, o zaman “ruha şiddet” olarak algılandı ve uzun yılların içinden geçerek 28 Şubat’ta zirve yaptı. Bunu uygulayan siyasi partiye karşı Anadolu’da bir aksülamel doğdu.
Bugün şehirleşme üst noktaya geldi. Köyden şehre göçenler öncelikle ekonomik sorunlarıyla boğuştular. Sosyal hayat onların köy algılarını alt üst etti. Köyde “en dindar” olarak gözüken insanlar, şehirde akıl almaz savrulmalar yaşadılar. Dinlerini mahalle baskısı olarak anlayanlar, ondan kurtulduklarında hiçbir otorite tanımadılar. Zenginlerin yaşam tarzlarını gördüklerinde çıldırma noktasına geldiler. Nazım Hikmet’in bile nefret ettiği Stalinizm’i rehber edindiler; çünkü ruhlarını barındırabilecek bir limanları yoktu; savruldular, dalgalara yem oldular.
Uzatmak istemiyorum; nefislerini özgür gördüklerinde yapamayacak oldukları hiçbir şeyin olmadığına kani oldular. Ruhları boşalmış olarak meydanlara indiler. Bu durum kadın – erkek için de aynı gelişti. Bir ruh terbiyesinden geçemediler. Ruhları şiddet gören bu insanlar, intikamlarını başkalarından almaya kalkıştılar.
Şiddet sadece kadına doğrultulmuş değil ki, her adaletsizlik aynı zamanda bir şiddetin tohumu değil midir? Ya da, bir Müslüman olarak düşündüğümde, namaz kılmayan, oruç tutmayan, İslam’ın öngördüğü iyilikleri yapmayan bir Müslüman’ın ruhu, bunları yapmadığı için manevi bir şiddet görmüyor mu? Müslümanların yaşadığı bir yere, İslam’ın çirkin gördüğü bir davranışta bulunmak, o Müslümanlara ruhi bir şiddet değil midir?
Ne yazık ki, uzun yıllar Adana’da çay yetiştirdik; şimdi de eldeki pamuktan olduk veya olmak üzereyiz!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci