Cengiz Çandar'ın Radikal'deki yazısının ilgili bölümü...
Vatan gazetesi dün ‘karargâh kaynaklı’ olduğu besbelli ve bunu zaten açıkça ima ettiği şu ‘5 soru’ya ‘komuta kademesi’nin bakışı olarak manşetinden yer verdi:
“O belge ilk çıktığında ‘kâğıt parçası’ demiştik.
Gerçek olduğu anlaşılırsa, elbette gereğini yaparız.
Bir Albay için TSK zan altında bırakılacak değil. Ancak şu soruların cevabı da verilmeli:
1. Islak imzalı belgenin yeni ele geçtiğine inanmamızı kimse beklemesin... Neden gerçek dedikleri belgeyi şimdi ortaya çıkarıyorlar? Neyi beklediler?
2. Orijinal denilen belge neden soruşturmanın yürütüldüğü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yollanmadı?
3. Askeri personele sivil yargı yolunu açan değişiklik Anayasa Mahkemesi’nde. Mahkeme kararıyla yargı makamı belli olsun. Neden bu kadar acele ediliyor?
4. Neden basına servis yapılıp acele kamuoyu baskısı yaratılıyor?
5. Belgenin gerçekliğiyle ilgili şüphemiz var. Hukuk ve akıl dışı bu belgenin sınıflarını birincilikle bitirmiş bir Kurmay Albay’ın hazırlamış olmasını mantığımız almıyor.”
Bu soruları, İlker Başbuğ’un bizzat kaleme aldığı ileri sürülen Genelkurmay açıklaması ile aynı dalga boyunda. Ne var ki, bu soruların cevaplarının aranması, şu gelinen noktada atın önüne arabanın konulmasından, esası bırakıp ayrıntılara gömülmekten başka bir şey değil.
Soruların her birine verilecek cevaplar var. Hele en son soru, yani ‘mantığımız almıyor’ denilen soru
mantıklı değil. Böyle bir ‘hukuk ve akıl dışı’ belgeyi ‘sınıflarını birincilikle bitirmiş bir Albay’ın kaleme alması’nda tuhaf ne olabilir ki?
Ergenekon sanıkları arasında kuvvet komutanlığı yapmış, MGK Genel Sekreteri sıfatını taşımış orgeneraller bulunuyor.
Ergenekon dosyasında ‘Darbe Günlükleri’ yer alıyor. Dosyadaki bulgular ‘hukuk ve akıl’ ile ne kadar bağdaşıyorsa, söz konusu ‘ıslak damgalı belge’ de o ölçüde bağdaşır.
İşin esası şu: Genelkurmay karargâhı, Adlî Tıp Kurumu tarafından ‘gerçekliği’ belirlenmiş bir belgenin varlığını kabul ediyor mu, etmiyor mu?
Binbir polisiye roman sorusunu bırakalım, şu basit soruya cevap arayalım en başta: ‘Kâğıt parçası’ denilen kâğıt parçası değil, Adlî Tıp Kurumu’nun ‘gerçekliği’ne dair rapor verdiği ‘ıslak imzalı’ belge olduğuna göre, mesele, bunun basına nasıl sızdığı ile mi uğraşmaktır;
yoksa nasıl hazırlandığı ve bunun sorumlusu ya da sorumlularının kimler olduğu ile mi?
‘Mesele’ de galiba burada başlıyor. Çünkü beş sayfalık ‘ihbar mektubu’nda iş ‘ıslak imza’ sahibi Albay’ı aşıp, generallere ulaşıyor. Bir ‘gerçek belge’ düşünün ki,
1. Ak Parti’yi bölmek;
2. Fethullah Gülen cemaatini şiddet ve silah ile ilişkilendirmek;
3. Alevilere ilişkin provokasyonlar ile toplumda bir çatışma ortamı oluşturmak amacı gütsün ve buradan yola çıkarak ‘meşru olmayan yollar’dan iktidarı devirmek hedefine yönelmiş olsun.
Ve biz işi gücü bırakıp, bu ‘gerçek belge’ nasıl ve niçin sızdı diye uğraşarak, ‘böyle hukuk devleti olur mu?’ diye sorgulamayla yan yollara sapalım; ama özü itibarıyla ‘hukuk devleti’ne kastetmiş olan böyle bir ‘belge’nin kim tarafından ve niçin hazırlandığını göz ardı edelim.
Mızrak çuvala sığmıyor...