“İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, İslam düşmanlarının en yamanıdır.” (Bakara; 204)
“O iş başına geçti mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara; 205)
“Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman da kendisini, gururu günah işlemeye sevk eder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!” (Bakara; 206)
İsimleri ve makamları önemli değil, yaklaşık son bir asırdır halkı Müslüman olan bunca ülkenin başındakileri tarif etmiyor mu, yukarıdaki ayetler? Bu zalimler, bu despotlar, halklarının düşmanları o makamlara acaba tesadüfen mi gelip yerleşmişlerdir? Tümüyle dünyaları ve en önemlisi sonsuzlukları çalınırken Müslümanlar acaba nerelerde idiler ve nelerle uğraş içindeydiler?
İslam âlemi, en az bir asırdır, ruhunu kaybedince, cesedi yağmalandı ve lime lime edildi. Ruhunu kaybedince de izzeti, irfanı, itibarı ve her türlü mukaddesleri de gidiverdi ardından; adeta bir serseri gibi yeryüzünde dolanır oldu. Onurunu kaybeden her şeyini kaybeder.
Rüyalar gördük, “hayırdır” dedik. Masallara sığınır olduk, “acaba”lar iğneledi içimizi. İyi niyetimizi zoraki de olsa korumaya çalıştık, koynumuzdakinin yılan olduğuna inanmak istemedik. Isırıldık, “acaba rüyada mıyız” dedik. Belki de böyle yapmak zorundaydık; çünkü düşmüştük, zayıftık ve yapabilecek pek bir şeyimiz de yoktu.
Sevgili yavrularımızın elimizden kayıp gitmelerine asla gönlümüz razı olmadı, bu sefer de başımızı kuma gömdük ve avunduk. Ciğerparelerimizi “okuttular” ve de ailelerine, medeniyetlerine düşman ettiler. Sokak başlarını Mankurt’lar tutarken anneler gözyaşlarını yüreklerinde demlediler. Hoş, çocuklarımızı eve çağırıp onlara verebilecek olduğumuz neyimiz kalmıştı ki? Dam uçmuştu, ocaklar bomboş kalmıştı.
Oysa karşı taraf “teknoloji” diyordu, “ilericilik, demokrasi, insan hakları, izmler…” diyerek ortalığı inletiyor ve bu yeni dini kutsuyordu. Bizim ellerse bomboştu.
Geldiğimiz yere baktığımızda, bu insan kılıklı yaratıklar, zaten bizleri insan olarak kabul etmiyorlarmış! Demokrasi, insan hakları dedikleri şeylerse, ayıyı yakalama metotlarıymış.
Ayı avcıları, kutup ayılarını avlamak için buzun içine yemle birlikte jilet yerleştirerek ayıların yollarına koyarlarmış. Ayı, yemi bulunca onu yalarmış ve yaladıkça da jiletin kestiği dili kanarmış. Bu işlem ayının hoşuna gider ve yaladıkça kan kaybeder, sonunda da halsiz düşerek bayılırmış. Avcı da rahat bir şekilde avına sahip olurmuş.
Nato’yu, BM’yi, İnsan haklarını, Uluslararası Mahkemelerini, AB’yi, Demokrasi, laiklik, izmler ve bilumum yemleri yolumuzun üzerine koyarak yapacak olduklarını yaptılar; çünkü yolumuzu kaybetmiştik, başka da geçecek yol bulamıyorduk!
Mısır’da demokrasi, insan hakları yok mu? Birleşmiş Milletler nerede? Hep oradaydı, ama bizi imha etmek üzere kurulmuştu? Suriye, Irak, Filistin?.. Osmalı’nın başına gelenleri hâlâ bilmiyoruz, bilmemizi istemediler.
Dünyada adaleti sağlamak adına bir niyeti olmayan toplumların eline teknoloji denilen sihirli değnek geçerse, işte o zaman dünya fesada uğrar, ekinler/ ekonomi ve nesiller helak olmaya başlar. Delinin, megaloman tipin eline bıçak geçerse, karşısındaki insan canından olur. Adları kutsanarak kurulmuş dünya çapındaki kuruluşlar, aslında tımarhaneler, hâlâ Müslümanlara bir olumlu “acaba?” yaptırıyorsa, veyl olsun öyle Müslümanlara!
Adeviyye Meydanı’nda şehitler var ve şeytanlar sırıtıyor. Oysa her şehit, bir nükleer santralden daha büyük bir enerjiye sahiptir, ama onlar bunu bilmezler. Sonsuzluğuna kastedilen hangi Mü’min, bu insanlık düşmanlarının ellerindeki “ölüm makineleri” ne “evet” diyebilir?
Yeryüzü Müslümanları, Allah’ın ayetlerinden biri olan teknolojiyi, kendi barışçıl zihniyetlerine göre yeniden ve acilen üretemezlerse, yeryüzünde kan denizlerinde hep Müslümanlar boğulacak ve bunun hesabını da Müslümanlar vereceklerdir. Bunun için başta eğitim sistemimizi kendi medeniyetimiz doğrultusunda değiştirmek ve sahip olmak için değil, olmak için büyüyen çocuklar, nesiller yetiştirmek zorundayız. Bütün bunları bir veya birkaç halkı Müslüman olan ülkenin yapabilmesi zordur, Ümmet şuuruyla ve Müslüman halkların başına tebelleş olan tiranların devrilmesiyle mümkün olacaktır.
Kendi medeniyetimizi kurmadıkça, uygarlık tanrılarına köle olmaktan kurtulamayacağız.
Musa, Nil nehrine indi, Asiye sabırsızlanıyor ve Firavun da sakallarını yoluyor. Yoksa siz hâlâ zaman hapishanesinden çıkamadınız mı?