Yılan yutmuş veya narkozlanarak yutturulmuş birini, bir yerden baş aşağı asarak, onun sırtına vuran el, ilk bakışta düşman eli olarak gözükse de, aslında o yumruklar hayra alamet olarak tecelli eder; çünkü yılan, ağızdan dışarı o yumruklar sayesinde çıkacaktır. Bunca zamandır emperyalizmin bizi okşaması, içimizdeki yılanın büyümesi adına olmuştu. Büyüsün, bizi zehirlesin, narkozlasın ve onların hegemonyasının altında sürünelim içindi.
1927’de ilk nüfus sayımı yapıldığı zaman, Türkiye’nin nüfusu 13 milyondur. Bu sayının dokuz milyonu kadın, dört milyonu da erkektir. Erkek nüfusun çoğu yaşlı ve çocuktur, ya da yaralı, özürlü; çünkü harplerde neredeyse bütün genç nüfusumuzu kaybetmişizdir. Özellikle Çanakkale Savaşı, genç ve okumuş nüfusumuzu yutmuştu. Çanakkale, Osmanlı’nın son fotoğrafıdır.
Emperyalizm başarmış gibidir; altı yüz yıl dünyaya hükmetmiş koca Osmanlı yok edilmiş, en azından durdurulmuştur.
Emperyalizm dediğimiz şey, o zaman üzerimize gelen başta İngiltere olmak üzere Fransa, Rusya, İtalya gibi devletlerin takınmış oldukları sömürü ve İslam düşmanlığı tavrıdır ve bunlar “Batı” diye tanımlanır. Daha sonraları bu “Batı” kavramına ABD dâhil edilecek ve şimdilerde emperyalizmin anası durumuna gelecektir. Zamanımızda da “İslamofobi” adı altında İslam düşmanlığını aynen devam ettirmiyorlar mı? Batı, topyekûn bir Nefsi Emmare İmparatorluğu’dur; onu hiçbir şekilde doyurma şansınız yoktur.
“Kahrol düşman!” mantığında değilim; düşmanın bütün işi gücü zaten seni kahretmektir. Fakat koca bir İmparatorluğu kaybetmiş, milyonlarca gencini zafer uğruna şehit vermiş bir millet, nasıl olur da, kendisini yok etmek için her türlü hileye başvuran “Batı emperyalizmi”ne sığınmayı “kurtuluş” olarak görmektedir? Batı Uygarlığı”nı tek seçenek olarak benimsemektedir? Bize nasıl bir “eğitim” sistemi uygulanmış ki, adeta “celladına aşık” konumuna düşürülmüşüz?
“Batı uygarlığı” denilen şey, zavallı milletlerin kanı üzerinde hormonlu bir şekilde büyümüş bir tiran uygarlığıdır. Bugün Fransa, Afrika’nın 14 ülkesinin neredeyse tüm kaynaklarını sömürmektedir ve dilini de oralarda hâkim kılmıştır. Afrika’ya çıkışımızı, kendisi için “çöküş” olarak görmesi bundandır. Bu 14 ülkenin gelirlerinin % 85’i Fransa’nın, gerisi ise o devletlerindir. Fransa yıllık bütçesini yaparken gelirler hanesine “sömürgelerden gelen paralar” diye ayrı bir kalem olarak düşmektedir. İngiltere ise uzak doğu ve adalar sömürgenidir. ABD bütün bunların ağababasıdır.
Uğur Mumcu’nun bir “Türk vatandaşı” tanımı vardır. Şöyle der:
“ Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. Hukuk devrimi, Batılı yasaların resepsiyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demektir. İtalya’dan ceza yasası aldık, Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık, Almanya’dan ceza yargılamaları hukukunu aldık. Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Almanya ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”
Batı uygarlığının bizdeki yansıması aynen budur ve bunun adı da kocaman bir aşağılık kompleksidir. Kendisi olamayanların başkalarını taklit etmekten başka çıkar yolları var mıdır? Şu zamanlarda başımıza örülmeye çalışılan çorapların asıl amacı işte budur: “Kendiniz olmayınız!”
Yeryüzünde acaba Müslümanların kanı kadar ucuz kan var mıdır?
Türkiye’deki üniversiteleri kimler kurmuş? Üniversitelerin birçoğunu, Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi “bilim adamları” kurmuştur. 1950 ‘ye kadar eğitim müfredatımızı kim hazırlamış? Fransızlar! 1950’de sonraysa Amerikan yılanı yavrularımızın ta kalbine, beynine kadar girmiştir! İstihbaratımızı kim oluşturmuş ve bütününe hâkim konuma gelmiş? CIA! Sermayeye kimler hâkim olmuş? “Boğaziçi Aşireti.” Ticaret kimlerin tekelinde kalmış? İçimizdeki azınlıkların. Sanat ve bilimi kimler ele geçirmiş? Masonlar, dönmeler! 1950’lere kadar bir Anadolu çocuğu (yetiştirme olmadan) bilim adamı, sanatçı, diplomat, tüccar… olabilmiş mi? Asla!
Şimdilerde bütün bunlar ters çevrilirken, içimizdeki yılanın da kıpırdanışı bundan.
Tekrar ediyorum; “kahrol düşman” mantığında değilim; ama “Varol ey Milletim!” demek de benim hakkım olsa gerek. Merak etmeyin, içimizdeki asırlık yılan ağzımızdan düşmek üzere. Korku, bu yılanın ejderha şeklinde ağzımızdan çıkıp onları yutmasındandır!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci