Sana “sarışın bomba” derlerdi. Meryem yüzlü değildin, ama şeytanın tüm albenisi üzerindeydi. Sana bakan gözler alevlenir, sen de bundan ölesiye zevk alırdın. Sanki yeryüzünde bir sen vardın, bir de sana hayran kitle. Elini sallasan milyonlar zıplıyordu. İlahlığa kalkışmasaydın da ne yapsaydın!
Artık ne sekizler çizen yürüyüşün, ne gözlerle yenen vücudun var. Aynalara baktıkça, hayalle gerçeği ayıramıyorsun. Şimdi yaşlılık cehenneminin tam ortasındasın. Sana alkış tutan eller, seni çoktan unutmuş. Gençliğindeki alkışlar yalnızlık tünelinin yarasaları olup çıkmışlar. Ne o, feminist de olmuşsun! Oysa gençliğinde tüm feministlere karşıydın. “Hiç güzel kadın feminist olabilir mi?” diyordun.
Beğenenlerin oldu, ama imrenenlerin olmadı. Hayalleri dalgalandırdın, nefisleri hoplattın; anaforunda nice gençleri boğdun; sana kurbanlar gerektiğini savundun.
Hayranların çoğaldıkça yalnızlığın arttı; bunu kimselerle de paylaşamadın; çünkü sen bir ilaheydin.
Karşı cinslerinden insan değil, kısrak muamelesi gördün; insan olduğunu ispat edemeden kamburun kavisler çizmeye başladı. Gerçekle yüzleşmekten hep korktun, fakat biliyor musun, gerçek şimdi sen oldun.
Şöhretin uçsuz ve dipsiz denizinde hep kulaç attın ve çok yoruldun. Sana dişi diye yaklaşanlar seninle bir türlü ruh akrabalığı kuramadıklarından hayatta hiç dostun olmadı; çünkü dostluk, ruhların meyvesidir, sen böyle bir bahçe kuramadın. Mutluluk, ruh akrabalığı kurabilenlerin iç dünyalarında filizlenen Tuba ağacının adıdır; sen bunu büyütemedin.
Alkışları konuşturdun, yürekleri, ruhları konuşturamadın. Seni “anne” diyerek yarına bağlayacak sese hep özlem duydun, lakin bir türlü annelik erdemini kuşanamadın. Şehvetini kaynatarak nicelerine sarıldın da, yavrum diyerek ve yüreğini kaynatarak evladına sarılamadın. Biliyor musun, dünyanın kadını oldun da bir türlü yuvanın kadını olamadın.
İç sesini hep boğdun, onu dinlemedin. Oysa mutluluk ve huzur, iç sese beste yapabilenlere sunulan bir dünyevi armağandı, bunu hiç bilemedin.
Rolünün kadını olarak yaşadın, asıl hayatını yaşayamadın. Şimdi gözyaşların bile kurudu, geçmişine ağlayabilmekten de mahrumsun. Erkeklerin gözünde asaletli bir kadın olarak değil, yatak olarak düşünüldün. Sevilmeyi değil, beğenilmeyi tercih ettin. Utanmaya yetkili olmadığına inandırılarak yaşadın. Alnının ortasındaki ar damarın bunun için sürekli kanıyordu, sen onu makyaj malzemesi olarak kullandın.
Aile hayatını hep küçümsedin. Bir anne ile çocuk yan yana yürüse, senin içinde volkanlar kaynar; bunun için sokağa da çıkamıyorsun. Yuvanın dişi kuşu olamadın.
Elden ele dolaştın, bir gönüle yar olamadın. Hayatının erkeğine “sana sakladım” diyebileceğin hiçbir organın olamadı. Vücudunun ölçülerini herkes senden daha iyi biliyordu. Dünyada sırrı kalmayan insanın kıyameti kopmuş demektir.
Vücudunun sonbaharına, kışına geldin, üşüyorsun. Baharında sana şemsiye tutmak için yarışanlar, şimdi sana bakarken iğreniyorlar, senden kaçıyorlar! Yatırımını vücuduna yapanlar hep böyle oldular da ruhuna yapanlar yüceldiler, el üstünde tutuldular.
Bir kadındın, bir dünyadan daha değerli idin; ne var ki, çok ucuza harcadın hayatını. Sıkılmış bir limon gibi hiçbir çorbaya tat veremiyorsun.
Mezar taşına “Vücut ölçüleriyle uğraşmaktan kalbine vakit ayıramadı.” yazısının yazılmasını vasiyet et de bari senden sonrakilere bir faydan olsun. Belki bir okuyan olur, bir ibret alan olur.
Ey dünün “dünya güzeli” bugünün zavallısı! Henüz vakit tam geçmedi, ellerini kaldır da Allah’a dua et, pişmanlık duygularını O’na ilet. Dün elbiselerinden soyunmuştun, bugün varlığından soyun da secdeye kapan. Umulur ki, af kapısından seni de çağırırlar!