Bir anda kendimi yerde buldum. Yattığımı hissediyordum, ama neler olup bittiğini anlayamıyordum. Çevremden insan sesleri gelmeye başladı:
Büyük bir kaza; her halde sağ kurtulan olmamış.
Arabada içki şişeleri de var; sarhoş olarak araba kullanmış olmalılar.
Kadınların hallerine bakılırsa, bir alemin içinde oldukları anlaşılıyor
Ne yazık ki kurtulan olmamış.
Başka bir alemin içindeydim; gözlerimi açamıyordum. Birden ayaklarımdan bir şiddetli ağrı beni kuşattı; ama bu, dünyadan bir ağrıya benzemiyordu. Bu ağrı bütün vücudumu sardı. Dehşetle sarsılıyordum; avazım çıktığı kadar bağırıyordum; ama kimsenin umurunda değildi.
O da ne? Organlarım konuşmaya başladı:
Bu pis ve iğrenç insanı terk ediyoruz; bizi ömrü boyunca hiç güzel işlerde kullanmadı. Şimdi görür gününü. Hiç ölmeyeceğini sandı. Hele ruhu, göğsünün üzerine bir otursun, avazı gökleri tutacak!
Ölüyor muydum? Dehşet bir şey olmalı, ölüm. Bu kadar genç yaşta mı? Ama yapacak o kadar çok şeyim vardı ki! Şirketin durumu ne olacak? Çocuklarım, eşim ve sevdiklerim? Yeni aldığım villada daha bir hafta oturmamıştım ki! Sevdiğim kıza ölümümü nasıl duyuracaklar? Her şeyi alt üst eden ölüm, demek ki böyle bir şey!
Uff! Göğsüm yanıyor! Sesimi duyan yok mu? Yakınlarım, sevdiklerim, dostlarım neredeler?
Aman, o da ne öyle? Bu korkunç bir yaratık! Çok gözleri var. Her gözünden ateş fışkırıyor. Ellerinde ateşten çengeller var. Yanında da çok sayıda, ellerinde ateşten coplar bulunan varlıklar var. Yanı başımda duran korkunç varlığa korka korka seslendim:
Sen kimsin?
Ben mi? Ben, yaşarken hiç aklına getirmediğin biri. Benden hep kaçtın, ama bir gün mutlaka elime geçeceğini düşünmedin.
Ben Azrailim. Ölüm meleğiyim. O pis canını almak için şimdi yanındayım.
Ama benim yaşım çok genç. Hem dünyada yapacak çok işlerim var. Her şey yarım kalacak.
Öyle mi? Sana bir gün öleceğin söylenmedi mi? Hiç ölü görmedin mi? Ölüm saatinin bir an bile ileri geri alınmayacağını sana söyleyen olmadı mı? İşte o saat, bu saattir.
Ölüm, yarım ve yalnız bırakandır. Ölüm, can evini dağıtandır. Sevgilileri ayırandır. Pişmanlıkları zehir gibi tattırandır.
Bir kükredi ki, dünyada bunu duysam binlerce kez ölebilirdim:
Ey pis ve çirkin ruh! diyerek Azrail, elindeki ateşten çengel ile bir vurdu bana, o çengelin her bir kancası bir damarıma ve her bir kılımın altına takıldı. Beni şiddetli bir şekilde sarstı ve ruhumu tırnaklarımdan itibaren söktü. Bir anada sanki üç yüz kılıç darbesini yiyor gibiydim. Birileri, boğazımdan dev gibi kayın ağacının kökünü tersine çıkarıyor gibi sarsılıyordum. Bu acıları da anlatabilmem mümkün değil, çünkü dünyada böyle bir acı yok.
Neler oluyor? diyemeden, olanlar oluyor ve sen ebediyyen cehennem kütüğü oluyorsun. dediler. Etrafımı kuşatan ve dehşet saçan melekler de beni lanetliyorlar ve ellerindeki ateşten sopalarla dövüyorlardı. Bir ses duydum:
Herkese ölüm kendi renginde gelir. diyordu. Rengim bu kadar kara mıydı?
Ey lanetli kişi! Seni yakacak olan cehennem ateşinin içine gir! diyordu.
Ruhum çıkmıştı. Bu çıkışı bana sorun!
Ruhum cesedime sesleniyordu: Allah sana lanet etsin; beni Allaha isyan yolunda harcadın. Bir gün bile olsun, Allah yolunda kullanmadın. Cesedim de ruhuma aynı şekilde sesleniyordu. Ben nerdeydim? Ben bile beni tanımıyordum.
O da ne? Dünyada gezip tozduğum, eğlendiğim her yer, hep bir ağızdan bana lanet ediyorlardı. Dünyada ayak bastığım her yer, şimdi ateş olmuş da fışkırıyor ve beni yakıyordu.
Hepsi bir yana, biri vardı ki, onun ateşi ta kalbime sirayet ediyordu. Ne olduğunu sorduğumda, hasta anasına bakacak parası olmayan yetim bir genç kızı kandırarak, ona para karşılığında sahip olmuştum. Üzerime yağan bu ateşlerin, onun göz yaşları olduğunu söylediler.
Ah dünyadakiler, bana neden haber vermediniz kabirden, ahiretten? Bir ses duydum:
Size peygamber gelmedi mi? O, Kitap getirmedi mi? Bütün bunlar o Kitapta yazmıyor muydu?
Ne diyordu? Ben o Kitapı hiç okumamıştım ki. Üstelik aramızda onu alay konusu yapardık.
Bir müjde sesi duydum: İnsanoğlundan birini daha cehenneme postaladık! diye seviniyordu. Şeytan olduğunu anlamıştım.
Ruhumu dehşet görünümlü melekler aldılar ve götürmeye başladılar. Ruhum çok pis kokuyordu. Yukarılara çıkardılar. Geriye götürülmem emredildi.
Kabir denilen yere kondum. Burası da dehşet bir yerdi, her yanından ateş fışkırıyordu. Yine aynı ses, bu ateşlerin, benim dünyada iken yaptığım kötü işlerim olduğunu söylüyordu. Hayatım ateş olarak karşıma çıkmıştı. Nefsimin hoşuna giden bütün hazlar, burada ateşe dönüşmüştü.
Münker ve Nekir denilen ve korkunç görünümlü olan iki melek yanıma gelerek beni sorguya çekti. Allahı, Peygamberi, Dini bana sordular. Hiç cevap veremedim. Zaten ağzım kilitlenmiş ve dünyada yaptıklarımı organlarım deşifre etmeye başlamıştı.
Cehennemden bir kapı açıldı ve ordan ateşler kabrime dolmaya başladı. Avazımı duyan yoktu. Ne bağırıyorsun, ben sana yabancı biri değilim, hayatınım. diyen bir ses sürekli kulağımın altında çınlıyordu. Senin gibi hayata lanet olsun, dedim.
Bütün bunların yanında bana çok büyük acı veren ne idi biliyor musunuz? Üstümden, Cennetten bir kapı açılarak müthiş güzellikte bir yer gösterdiler ve dediler:
Allaha kul olsaydın ve dinini yaşasaydın, işte burası senin olacaktı!
Acılar içinde uyandım; ıpıslak yastığımdan Cehennem kokusu geliyordu!