Şeyh Sadi “Bostan” isimli eserinde bir hikâyecik anlatır ve hepimize, kıssadan hisse çıkarmamızı öğütler. Hikâye şöyle:
“ Mısır’da birisi vardı. Epey zamandan beri Mısır’da sükût ile ünlü olmuştu. Yakından, uzaktan birtakım akıllı insanlar ziyaretine gelir, etrafında nur isteyen pervane gibi dolaşırlardı.
Bu adam bir gece vakti kendi kendine düşündü: “İnsan dilinin altına gizlidir. Niçin sükût ediyorum? Eğer konuşmasam kim benim âlim olduğumu, iyi bir yönetici olduğumu bilecek?”
İnsanlarla konuşmaya başladı. Başlayınca da, dost - düşman onun ne olduğunu, kalitesini anladılar. “Meğer Mısır’ın içinde en cahil birisi varsa odur.” dediler.
Adamın mahiyeti, kapasitesi, kişiliği, kimliği meydana çıktığı için rahatı kaçtı, işi çirkinleşti. Mısır’dan çıkmak zorunda kaldı. Giderken de odasının duvarına şunları yazdı:
“Eğer aynada kendimi görmüş olsaydım, cahillikle perdeyi yırtmazdım. Bu kadar çirkin ve kifayetsiz olduğum halde üzerimdeki perdeyi kaldırdım; çünkü kendimi tanımıyordum.”
Bu kıssa her devirde, birçok insan için geçerlidir; çünkü içinde evrensel mesajlar taşımaktadır. Gözümüzü kapatarak düşünelim:
Fiziği düzgün, cebi sıcak insanlar biliriz; pek konuşmazlar ve içlerinin dolu olduğunu hissettirirler. Halk da onlarda “keramet” sezerek onları baş tacı eder ve başa geçirir. Başa geçtiklerinde, kendilerinde bir cevher olduğuna inanır ve konuşmaya, fikirler serdetmeye başlar. İşte dananın kuyruğu orada kopar; meğer bunlar “boş teneke” imiş! Ne var ki, iş işten geçmiştir. Olanlar olmuş, gün kararmış, ormandakiler ayaklanmıştır.
Çakalın biri, ormanda gezinirken bir su çukuruna düşmüş. Çukur, renk renk boyaların toplandığı bir yermiş. Çakal, boya çukurundan çıkınca kendini tanıyamamış, kendinde harikuladelik hissetmiş ve ormanda kibrederek yürümeye başlamış. Yürümeye başlamış başlamasına, ama ormandaki hayvanlar bu “harikulade mahluk”un karşısında onu saygı ve korkuyla takip etmeye başlamış. Biraz sonra yağmur yağmış. Yağmur, çakalın üzerindeki boyaları yıkayınca, çakalın kimliği ortaya çıkmış. Bu sefer, onu korkuyla ve merakla izleyen aslan, bir hamle yaparak çakalın üzerine atlamış ve onu parçalamış!
Hormonal yapılanmalar yağmur yağana kadardır. Sizde olmayan şeyi varmış gibi göstererek halkın arasına girmek, aynı zamanda kendi hazin sonunu da hazırlamak demektir. Bu durum sadece insanlar için değil, rejimler, fikirler, anlayışlar için de geçerlidir.
Yirminci yüzyılda “komünist” olmak demek, adeta “adam” olmak demekti. Komünizm, dünyayı kurtaracak rejimdi. Nerede?..
Sadece cepleri değil, ruhları da sömürücü Kapitalizm’in yüzünü herkes gördü de onu yok etmeye (şimdilik) güç yetmiyor; çünkü onun “şirin yüzlü şeytanı” insanın içinde!
Filan zamanda şu adam “tanrı” hükmündeydi, vakti geldi yerle yeksan oldu!
Birçok insan için para “tanrı” hükmündedir; fakat uçak düşerken para da zihinden uçup gitti!
Gün gelecek, dünyada “ilah” makamında görülenler, dünya cenneti gibi sükse yapan rejimler; birçok beyni ifsat eden fikirler, düşünceler; yerli ve ithal algılar… asıl kimlikleriyle ortaya çıktığında, onları kutsayanlar kaçacak yer bulamayacak!
Her insanın ölümü onun aynasıdır, orda kendi kimliğini görür. Aslolan, ölmeden önce gönül aynasında kendini görmek ve kapasitene, kabiliyetine, fıtratına göre iş yapmak, davranışta bulunmaktır.
Baki olan sadece Allah’tır.
“Nefsini bilen, Rabbini bilir.”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci