“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.”
Yahya Kemal’in bu unutulmaz mısralarını dinlerken veya okurken, hangimizin iç dünyasının ufkunda kızıllıklar belirmez? Ömür güneşimizin batışını hüzünle ve ibretle izleriz.
Edebiyat bir eğlence veya oyun değildir. Edebiyat, hayatın her anına anlam katmaktır; çünkü anlam, kelimenin çocuğudur. İç dünyalarında kelimeleri tutuşmayanların ölü bir cesetten ne farkları vardır?
Bütün çabamız güzel yaşamak, mutlu olmak ve bozulmadan dünyayı terk etmektir. Bu uğurda canımızı dişimize takar yürürüz. Güzel düşünemeyenin güzel yaşama şansı var mıdır?
Gönül örsünde dövülmüş, aşk ateşinde pişmiş ve hüzün bahçesinde boy atmış kelimeleriniz yoksa edebiyat size ne söylesin?
Oysa insan sadece sözden ibarettir; gerisi et ve kemiktir.
Uğruna canınızı vereceğiniz sevgiliniz size kem sözler söylese, artık onu ne kadar sevebilirsiniz?
“Söz ola kese savaşı/ Söz ola kestire başı…” derken Yunus, sözüne çok deruni anlamlar katıyordu, ama söylediği bir sözdü ve o söz bugün bizim dünyamızın ortasına oturuyor. Savaşlar sözle başladığı gibi, barışlar da sözün güler yüzüdür. Şu anda yaşanan Rusya- Ukrayna savaşında bütün ümitler, diplomasi masasına odaklanmış durumda.
Okuduğumuz kitaplarda kendimizi ararız. Kelimeler ışığımız olur, dünya ormanında yolumuzu bulur ve kaybolmaktan kurtuluruz. İçinde kendimizi bulamadığımız kitapları bir kenara koymaktan da çekinmeyiz. İçinde kendimizi bulduğumuz kitapları da sevgili diye bağrımıza basarız. Kitaplar sözün çocukları; kimi haşarılı, kimi afacan, kimi uslu.
Hayatımızın başında da söz vardır, sonunda da:
Doğar doğmaz ağlarız. Arkasından kulağımıza ezan okunur. Ölürken de şahadet getirir ve sözle çenemizi kapatırız. Son söz, bütün hayatımızın aynı zamanda bir özetidir de. İlginçtir, son sözünü ağzın değil, hayatın söyler.
Birilerini okurken veya dinlerken, içimizden söz ırmakları akar; sonra bunları biriktirir, söz denizi haline getiririz. Sözlerimizi içimize hapsedersek, “hımm” gölleri oluştururuz zihin yaylalarımızda.
Birileri bize güzel söz söylerse gevşeyiverir ve yüzümüzün rengi mutluluğa bürünür.
Kem sözlere muhatap olunca da tansiyonumuz fırlar, nevrimiz döner, gözlerimiz alev saçar. Sözden daha çok dokunan, yeryüzünde hiçbir yiyecek bilmiyorum ve sözden daha tesirli vitamin de!
İnsanları tanımak istiyorsanız, onları biraz konuşturun; çünkü herkes sözünün altında gizlidir. Özellikle güzel sözler, toprağın altındaki tohumlar gibidir; bahar gelince mutlaka filiz verir. Bahar, muhatabın güler yüzü ve sözüdür. Kuyuların dibi bile güzel sözle cennet olabiliyor; Yusuf’a olmadı mı?
Kulağımıza gelen en güzel söz “seni seviyorum.” sözüdür. Çünkü bu cümle sevda kervanının yüküdür. Mecnun, bu kervanın uykusuz bekçisidir.
Başkalarına söz söylerken, o sözü kendimize söylüyormuş gibi ağzımızdan çıkarmalıyız. Bu durumda karşımızdakiler, sözümüzün sıcaklığını fark ederek bize yumuşak karşılık verirler.
Edebiyat en çok riyakârlıktan nefret eder. Gönülde pişmemiş sözlerle edebiyat yapılamaz; yapılmaya kalkışılırsa, ruh tufanları meydana gelir ve en çok da genç beyinleri vurur.
Edebiyat, gözyaşı vadilerinde boy atar; melal denizlerinin balığıdır. Haşim diyor ya, “Melali anlamayan nesle aşina değiliz.” diye. Patlamayan, toprakta yok olmayan çekirdeklerden ağaç olmaz; ağacın olmadığı yerde meyve de yetişmez.
Gönlünde kelimelere bahçe kurmayan, onları aşk suyuyla sulamayan insandan edebiyatçı mı olur?
Bir de şu kelimelere burun kıvırıp, bütün hayatını “gırgır” erozyonuna teslim etmiş zavallı tipleri gördükçe, asaletli kelimelerden özür dileyesi geliyor insanın. Cümlelerin içinde onurlu sözcüklerle dostluk kuramayanların acaba yaşamda dostları var mıdır? Boş tenekelerin seslerine aldanmamalı, kulakları tırmalamaktan başka işlevleri yoktur onların. Şöyle medeniyet örsünde dövülmüş, pişmiş kelimelere bakın, içinizden sıra sıra tarih kervanları geçecek.
Kelimeler, zihnin kollarına zamansızlık saati takar; istediğiniz zaman, istediğiniz çağa gidebilir, istediğiniz kişilerle sohbet edebilirsiniz.
Edebiyat ciddi bir iştir, orada mizahın da ciddi bir yeri vardır.
Heyhat! Birkaç yüz kelimeyle ömrünü heba edenlerin edebiyatı mı olur? Metafiziksel boyut taşıyor diye kelime düşmanlığı yapanların, medeniyetin oluşmasında en büyük engel teşkil ettiklerini biliyor muyuz? Böylelerinin karşısında edebiyattan söz etmek kelimelere saygısızlıktır ve en büyük saygısızlık da budur.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci