Hikâyeyi duyunca çok sevdim:
Birbirlerine delicesine aşık olan iki genç evlenirler. Ne var ki mutlulukları uzun sürmez ve altı ay sonra boşanma kararı alırlar.
Koca, karısına bir teklifte bulunur:
Hanım, evliliğimize bir şans daha tanıyalım. Seninle ayrı yaşayalım; ama şu bahçeye bir fidan dikelim. İki ay içinde fidan kurursa boşanalım, kurumaz da filiz verirse, tekrar birleşelim. Olmaz mı?
Hanım da olur deyince bahçeye fidan dikerler.
Bir gece yarısı, her ikisinin de elleri arkalarında olmak üzere bahçede karşılaşırlar. Görülür ki, ikisinin de ellerinde birer kova su bulunmaktadır.
Çok özel şartlar oluşmadıkça kimse yuvasını bozmak istemez. Ne var ki yaşadığımız zaman diliminde çok basit gerekçelerle nice yuvaların yıkıldığını, hatta aile ve dolayısıyla da toplumsal facialara neden olunduğunu biliyoruz.
İnsan anlaşılmadan aile ve toplum anlaşılmayacaktır. İnsanın anlaşılması için onun yaradılış kodlarının bilinmesi zorunludur. İnsanın yaradılış kodu, nefs ve ruh ikileminden oluşmaktadır. Nefs, kötülüğe, yani insanın kendisine yabancılaşmasına; ruh ise, iyiliğe, yani insanın kendisine yakınlaşmasına çağırmaktadır.
Nefsin imparatorluk kurduğu dünyada, insanlar birer köleler hükmündedir. Bu kölelerin tek tanrısı vardır: Zevk!
Psikiyatri uzmanları bu sorunun adını Kaliforniya Sendromu koymuşlardır. Kaliforniya, eğlencenin, zevkin ve paranın dorukta olduğu bir bölge. Mutsuzluğunu unutmak isteyen insanlar daha fazla eğlenceye yöneliyor. Daha çok eğlence ve seks ile üretmeyen, tüketen, yardım etmeyen, sadece kendine harcayan, parasal hedefleri kutsallaştıran, toplumsal hedefleri önemsemeyen bir anlayış; hastalık gibi yaygınlaşmıştır. Kaliforniya Sendromunun üç belirtisi var: Zevke düşkünlük, benmerkezcilik, yalnızlık. ( Nevzat Tahran, Psiko Hayat dergisi, 1. sayı)
Nefsin eli ile evlenenler, birkaç ay sonra yeni arayışlara girmek zorundalar; çünkü nefs tatmin olmaz, sürekli hazzın peşinden koşar. Ruhun eli ile yuva kuranlar ise, bir ömür boyu mutluluklarını pekiştirirler; çünkü ruh demek, mutluluk mayası demektir.
Bu, susayan insanın tuzlu su içmesine benzer; susadıkça içer, içtikçe susar ve sonunda suya kanmadan patlayıp gider.
Zevki hayatlarına egemen kılan insanların durulması mümkün değildir. Başarısını kaybeden erkek, güzelliğini kaybeden kadın bunalıma girer; çünkü bunun sonucu budur. Feministler kızmasın, ama Feminizm, kırkını aşmış kadınlarla kendini çirkin bulan kadınların kurmuş oldukları öç derneğidir. Kapitalizm de, başarısızlığa tahammül edemeyen erkeğin, hiçbir değer tanımadan yeryüzünü sahiplenme girişimidir.
Her iki başarısızlık sonucu içki ve uyuşturucu devreye girer. Aslında kendini arayan insanın yanlış yollara saplantısıdır bu. İçki, hayata mukavemet etmekten aciz, yaratılış yasasına muhalif duruş sergileyen insanların sığındığı yalancı cennettir. Bu tip insanlar bir şey daha yaparlar: Aldatırlar; çünkü onlar aldatmadan duramazlar.
Ünlü sinirbilimci Marsel Mezulamın şu tespiti çok önemlidir:
İnsan beyninin yüzde 5-10u beş duyu ile giren bilgilerle ilgilenir, geri kalan yüzde 90dan fazlası duygu, düşünce ve davranışlarla ilgilenir.
Duygunun ana kaynağı Dindir; çünkü Din, beş duyuyla birlikte bütün duyularımızı harekete geçiren en önemli faktördür. Bu gelişmeyince, onun yerini içki ve uyuşturucu almak zorundadır. Armudun yaban olanına ahlat denilir. Din ile aşılanmamış insan yaban armudu gibi ekşi olur.
Bir ailede duygu önde değilse, o aile zaman içinde dağılır. Mademki insan beyninin yüzde 90da fazlası duygudur, öyleyse eşler duygularını yalıtmadan öne çıkarmak zorundadırlar. Söz ve davranışları o doğrultuda kullanmak durumundadırlar.
Duygularımızı eksi yönde derekelendiren içki ile artı yönde derecelendiren Dini iyi ayırmak gerekir. Ölçü kaçırılınca ikisi birbirine karışabilir. Bu nedenle ölçüyü koyanın dozajına dikkat etmek şarttır.
Dini hayattan kovmaya çalışanların neyi kendi yaşamlarına egemen kıldıklarını görememek zavallılıktır. Bu zavallılıktır ki aileleri, ülkeleri ve toplumları olumsuz yönde etkilemekte ve insanı bozmaktadır. Bozulmuş insanların iktidarı kıyamet değilse, nedir?
TEŞEKKÜR:
14 Şubat Cumartesi günü, Namaz Gönüllüleri platformu çerçevesinde konferans vermek üzere sevgili Abdullah Yıldız ve Ahmet Bulut kardeşlerimle Niğdede idik. Konferansı düzenleyen Anadolu Gençlik Derneğine ve özellikle öğretmen Fatih Demirdilek, Ömer Keskin ve Cumalı beylere; akşam Bordaki evinde bizi misafir eden Sedat İpekçi ve muhterem babası Abdurrahman İpekçi ile muhtereme annelerine, salonu hıncahınç dolduran ve yer bulamayıp geri dönen Niğdelilere gönülden teşekkür ediyorum.
İnsanımızın gündemini anlamak isteyenlerin, zevklerinden kurtulup, Anadolu insanının duygularını nasıl öne çıkardığını ve gündem haline getirdiğini görmelerini isterdim. Ta Adem (AS) ile kıyamet arasında tüm insanlığın mutlak gündemi hep İslâm olmuştur ve öyle olacaktır; çünkü gündemi belirleyen, Yaratıcıdır.