Türkiye stratejik olarak dünyanın en göz kamaştırıcı coğrafyası üzerinde yer almaktadır. Türkiyenin bu avantajlı konumunu içine sindiremeyen her ne kadar dünya eşkıyası varsa hepsi Türk milletine düşmandır.
Anadolu coğrafyası üzerinde hayat sürmek, bu coğrafya ile ilgili açık ve sinsi emelleri olan eşkıya devletlerin akıl oyunlarına ve hilelerine karşı durabilmek için çok güçlü olmak zorunda olan bir ülkeyiz.
Herkes çok iyi bilir ki, düşmana karşı en iyi savunma, düşmanın planlarını bilmek veya karşı taarruz planları geliştirmekten geçer. Düşmanın savaş stratejilerini bilmeyen veya karşı taktikleri geliştirmeyenler düşmanlarını hiçbir şartta alt edemezler.
Bu tespitlerimiz perspektifinden yakın tarihimize göz atacak olursak, geçmiş çağlarda ve yıllarda sürekli bir şekilde düşman saldırıları ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz. Düşmanlarımız son zamanlarda bize belli başlı üç cepheden saldırmaktadırlar.
Bunlardan birincisi Kıbrıs meselesi, ikincisi terör belası ve üçüncüsü de Ermenistan cephesidir. Bu üç cepheden bize saldıranlar en acımasız olan savaş yöntemlerini, kahpece ve alçakça düzenlenmiş akıl oyunlarının hepsini kullana gelmişlerdir.
Ne yazık ki, Ankara parkını elinde tutanlar veya bu ülkeyi bu günlere gelene kadar yönetenler bazı zaman ve dönemlerde söz konusu tehditlere karşı duyarsız kalmışlar ve karşı taktik ve yöntemleri devreye sokmada sürekli bir şekilde korkak veya ürkek davranmışlardır.
Ankaranın uyuşukluğunu gören veya Ankaradan ümidini kesen resmi veya gayrı resmi bir takım insanlar aynen tarihimizde de örnekleri görüldüğü gibi bir Köroğlu, bir Kara pençe, bir şeyh Şamil ve bir M. Kemal gibi olup bitenleri yüreklerine sığdıramamışlar ve uyuşukluklara, tehlikeli gidişlere karşı ayağa kalkmışlar ve bunun neticesinde de merkezi otoriteden kopuk bir şekilde vatan kaygısına düşmüş olabilirler.
Bahsettiğimiz bu durum Türk milletinin genlerinde mevcuttur ve her zor anlarımızda da bu milli şuur şahlanışı kendisini toplumsal çizgide olduğu kadar bireysel çizgide de göstermiştir.
Elbette bu haklı tepkilerin demokrasinin sınırları içerisinde seyretmesi en doğru olanıdır. Ancak, demokrasinin lafta kaldığı, cici demokrasi olmanın ötelerine geçilemediği yerlerde de bu arzu çoğu zaman boşlukta kalabilmekte ve illegalitenin, legaliteye tercih edilebilmesi yanlışlara düşülebilmektedir.
Bu günlerde Atatürk ün gençliğe hitabesini tam okumanın zamanıdır ve bir kere daha okuyalım derken bir takım alçaklar ortalara çıkarak o bildirgeyi Atatürk yazmamıştır diyebilmekte ve başka birileri de Mustafa filmi ile Atatürkü yerin dibine sokmak için bütün şeytanlıklarını ortaya dökmüş durumdadırlar.
Hafıza kayıtlarımızı geriye doğru sarıp yeniden hatırlamaya çalıştığımız zaman veya Kurtuluş savaşı öncesinde düşmanlar bizden neleri istemişlerdi veya bugün o gün istenenlerden hangilerini kendi ellerimizle düşmanlara üç kuruş karşılığında satmışız sorusunu sorduğumuzda karşımız da beliren tabloya baktığımızda utanmadan veya arlanmadan da edemiyoruz.
Atatürk gençliğe hitabesinde bütün tersaneleriniz ve limanlarınıza girilmiş olabilir derken, biz bugün hangi limanlarımızı sattığımız sorusunu sormayacak mıyız? Ankara düşmanlarla çıkar birliğine gitmiş de olabilir derken biz bugün bu ülkeyi yönetenlerin küresel eşkıyalarla perde arkalarında döndürdükleri değirmenlere gözlerimizi kapayıp susacak mıyız?
Bu ülkede işler iyiye gitmiyor, Cumhuriyetin altı kayıyor, yetimin hakkı yeniyor, bir çete diskalifiye edilirken başka çetelerin pusuya yatmış olabileceğini işaret ettiğimiz de kabahat mi ediyoruz? Birilerinin gözlerini hırs bürümüş, kulakları sağır olmuş, zihinsel olarak kuşatılmış ise, biz de onlara uyup yan çıkmadık diye çete yandaşı mı olmuş oluyoruz?
Amerikan karşıtı olmak, teslimiyetçiliğe karşı durmak, başta işaret ettiğim düşman odaklarına karşı onların anladığı dilden hitap etmek çetecilik ise ben çeteciyim ve bundan da onur duyuyorum.
Biz bu dünyaya bir defa geldiğimize inandık ve bu ömrümüzü hak yolda olan Türk milletine hizmet için adadık. Bu yolda başımıza gelebilecek her melanete dün hoş geldin dediğimiz gibi bundan sonra da musalla taşına uzanıncaya kadar hoşt demeye devam edeceğiz.
Atatürk, düşmanlar ordularınızı da dağıtmış olabilir derken biz bugün askerimizi silikleştirmeye çalışan satılmışlar sürüsüne karşı sus pus mu olacağız? Yoksa birileri gibi koskoca bir komutanla sisi pisiyi aynı kareye yerleştirme saygısızlığına göz mü yumacağız?
Asla, sonuna kadar konuşacağız ve soracağız. Bu ülkenin hangi istikamete getirilmek istendiğini soracağız ve sormaya da devam edeceğiz. Maskeli yüzlerin yüzlerindeki maskeleri indirip gerçek yüzlerini bu milletin görmesi için elimizden gelen her şeyi yapma gayretlerimizi sürdüreceğiz.
Amerikan seçimlerini Obama denilen siyah adam kazandı diye Anadolunun birçok ilinde bayram edilmekte ve kurbanlar kesilmektedir. Bu tabloyu sakin kimse incitici olarak görmesin. Bu tablo iftihar edilecek bir tablodur. Çünkü Anadolunun güzel insanları Türkiyenin Amerikadan idare edildiğini ve önümüzdeki dönemde de Türkiyeyi bu siyah adamın yöneteceğini bildiği için bu şekilde davranmaktadır.
İşte bu durum Türk insanının akıl ve feraset derecesini gösterir. Bu konudan dolayı milletimin sağduyusu karşısında bir defa daha saygı ile eğiliyorum.
Şimdi biz bütün bu hususlar ve diğer konularda ülkemiz ve milletimizin geleceği ile ilgili kaygılar duyduğumuzda birileri bizi eğer hain veya çeteci olarak ilan edecekse bu şaşırmışlara yuh demek geliyor içimizden.
Böylesine debdebeli ve karanlıklardan bu ülke geçerken ve birileri ülke adına derin kaygı ve endişelere kaygı duyarken başka birileri sinsice ve şeytanca tuzaklar kurarak bazı vatansever insanlarımızı bir takım kirli oyunlara alet etmişseler, bu insanlarımızı düşman cephesine kaptıran gelip geçmiş yöneticilerin hiç mi suçları yoktur?
Adamlar bir takım satılmış yaratıkları silahlandırmış ve eğitmiş bir şekilde senin üzerine yollamışsa, sende aynı şekilde karşı hamleleri yapacak bir takım hesaplara dalmışsan ve şimdi birileri ortalara çıkıp senin bu haklı mücadele tarzını deşifre ederek seni dünyaya terörist bir devlet olarak ilan etmeye çalışıyorsa şimdi sen bu delaletin adını nasıl koyacaksın?
Şu anda içinden geçmekte olduğumuz bu süreçle kurtuluş savaşı öncesi süreç arasında ne fark vardır acaba? O günlerde bir Ermeni papaz Karaköy zaptiye amirliğine kadar gidip vatansever insanlarımızı hesaba çekebiliyordu, bugün de o günlerde olduğu gibi bazı yabancı servis elemanları birilerini bu ülkede sorgulamadığından kimler emindir?
14 adet dinleme cihazının alındığı iddiaları var. Bunlardan iki tanesinin Emniyet Genel Müdürlüğünün emrine verildiği söyleniyor. Diğerleri ne Milli İstihbarat teşkilatımız da nede Jandarma istihbarata verilmemiş diye söylentiler var. Peki, bu durumda on iki tane dinleme merkezi ortalarda yok demektir.
Şimdi birileri soruyor, bu cihazlar kimin elindedir veya kimlere verilmişlerdir. Yoksa bir yandan birilerini ihtilalcı ve çeteci diye içeri tıkarken başka yeni çeteler mi bu ülkede inşa edilmektedir? Polisimizden, diğer istihbarat birimlerimizden başka bir yapılanma mı söz konusudur? Yoksa bu söylentiler yalan ve uydurma dedikodulardan mı ibarettir?
Eğer doğru ise kaybolan bu dinleme cihazları nerededir ve kimler hangi amaçlarla bunları kullanmaktadır? Bütün bu sorular cevap beklerken bu soruların cevabını ve hesabını günü geldiğinde acaba kimler vermek zorunda kalacaklardır?
Şu hususu unutmayalım. En kötü devlet şekli devletsizlikten iyidir Bu gün bu devletin altı oyulmakta ve bazı vatansever insanlar haklı veya haksız bir şekilde içeri tıkılırken birçok şarlatana da birilerince şiltler verilmekte ve bu yandaşlar çok önemli noktalara terfi ettirilmektedirler.
Biz Türkiyenin kendi gücünü hatırlayacağı, dün yanlış dahi yapmış olsa bu yanlışlarına devletin sürekliliği için sahip çıkabilecek iradeyi ortaya koyacağını sabırla beklemeye ve işin daha ötelerini karıştırmamaya özel bir gayret göstereceğiz.
Bu devletin çatısında su sızdıran delikler peyda olmuşsa onları yine bizim kapatmamız gerektiğine ve başkalarının bu durumları bu devleti tahrip etmek için kendi çıkarları doğrultusunda malzemeye dönüştürme isteklerine karşı duracağız. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde benim devletim kadar şeffaf ve insani normlara yakın başka bir devlet tanımıyorum.
Susmak yok, konuşmaya ve yazmaya devam. Çünkü Atatürk konuşmaktan korkmayınız demişti. Benim de mensubu olmakla şükrünü yaptığım yüce dinim Haksızlık karşısında susan şeytandır diyor. Öyleyse susmak yok, doğruları veya doğru olduğuna inandıklarımızı seslendirmeye devam. Nereye kadar diye sorarsanız, daha doğrusunu görünceye veya yanıldığımızı birileri bize izah edinceye kadar.