Büyüklerimizden hep duyarız, biraz şükreden olsak, azla yetinmesini bilsek, kanaatkâr sahibi değiliz gibim sözleri. Mutlu olmayı sadece harcamak, tüketmek ve lüks hayat ekseninde ayranların mutlulukları da tükettikleri kadar kısa ömürlü oluyor. Maddi refahı sağlayarak mutlu olacağını sanan ve buna kavuşmak için çırpınan bir insan, bedeni hazlar ile huzur arsında doğrudan bir ilişki olduğunu zannediyor.
Oysa yok böyle bir bağ. Evet, iyi bir yemek, güzel bir kıyafet, pırıl pırıl bir otomobil, lüks bir saat ilk başta insana mutluluğa benzere bir duygu yaşatır. Lakin geçici bir tatmin ve haz duygusudur yaşanan. Tükenir gider. Oysa huzur, sadece maddiyata dayanmayan ve birçok sebepten beslenen bir duygular harmanıdır. İçinde mutluluk vardır, güven vardır, tevekkül vardır, sevmek vardır, sevilmek vardır. İnanmak vardır. Kimi zaman bir haz, kimi zaman bedeni bir tatmin de huzurun bileşeni olabilir. Ama maddi tüketim seviyesi arttıkça, yani daha çok kazandıkça ve harcadıkça huzur ve mutluluk bulunacağı fikir safsatadır sadece.
Gerçekten mutlu olmak istiyorsak, öncelikle kanaatkâr olmalıyız. Orta yaş üstü insanların sihirli ve bir o kadar da hakiki kelimesidir kanaat.
Tüketim toplumunun yıprattığı, delik deşik ettiği bir mefhum. Ne yazık ki, insan hayatından kanaat gittiği gibi, bir de önü alınamaz bir hırs kaplamış dimağları.
Makam, para, unvan için insanoğlu çıldırıyor. Muhteris insanlar, kimi zaman saldırgan, kimi zaman mürai, kimi zaman yalanların ardında, ama daima daha çok isteyerek ve asla kanaat etmeyerek cemiyeti yozlaştırıyorlar. Üstelik büyük bir pişkinlik içinde yapıyorlar bunu. Konuşurken, yazarken, ahlak ve erdem dersleri veriyor, ihanetlerden, sadakatten, kanaatten dem vuruyorlar.
İşte bir kez daha anlaşıldı ki, huzurun tüketmekte değil, kanaatte, şükretmekte, tevekkülde, tevazuda olduğunu görmek ve idrak etmek zorundayız.