Türk ordusu bu sabah itibariyle, Halep’e bağlı Cerablus’u PYD ve İŞID militanlarından temizlemek üzere Suriye’ye kara harekâtı başlattı. Olması gereken oluyor, kimsenin endişesi olmasın.
Bir millet yüz sene uyutulabilir mi? Uyutulabilirmiş, uyutulduk!
Tarihçi Prof. Mete Tunçay’ın; “ Bize en uzak olan tarih, bize en yakın olan tarihtir.” sözüne bayılıyorum; ne kadar doğru ve yerinde bir söz. Dünyada kendi tarihini bilmeyen, bilmeyeni bıraktık, yanlış bilen başka bir millet var mıdır? Kanımca yok.
Tarihçi Murat Bardakçı’nın “ Enver “ isimli çaplı kitabının 752. Sayfasından bir ibret levhası sunuyorum; Taksim’deki Atatürk heykeli ile ilgili. Taksim’de Mustafa Kemal’le birlikte birçok kişinin heykeli vardır ya! İşte o heykelde bulunan kişilerle ilgili Bardakçı’nın ilginç tespiti:
“ Enver’in mücadele ettiği Kızıl Ordu’yu Orta Asya’ya götüren ve bu ordunun Enver’in hayatına son vermesi de dâhil olmak üzere uyguladığı bütün taktikleri hazırlayan Sovyet Generali Mihail Vasiliyeviç Frunze’nin Taksim’deki Atatürk Anıtı’nda bulunan heykeli. Anıtın detaylı fotoğrafında görülen ve elinde şapka tutan kişi Frunze, Frunze’nin solundaki kişi de bir diğer Sovyet Generali, Kliment Voroşilov’dur.”
Enver Paşa’yı öldüren (öldürten) General’e yıllarca selam durduk ve duruyoruz. “Demokrasi” adına Taksim’e çıkıp heykelin önünde selam duranların bundan haberleri yok! Vah memleketim, vah milletim!
Tarih yanlış bilinince toplumsal amaç ortadan kalkar, zaman içinde düşmanlar dost görünür ve olanlar olur. Ülkemiz, bu “olanlar” sonucunda bugün bedel ödüyor.
Biz dünyada 350 sene bir numaralı devlet olarak, üç kıtada dünyaya hükmettik. Sonunda şu bu oldu ve koca İmparatorluğu kaybettik. Ondan sonra bir devlet kuruldu; ama bu devletin yapısını, dünya üzerindeki konumunu, tarihten getirdiği değer yargısını vb. çocuklarımıza sağlıklı bir biçimde anlatmadık. Hatta hiç anlatmadık ve bunun tam tersi onlara “masal”lar anlatmayı tercih ettik. Bugün bir de baktık ki, “Birileri çıkmış kerevetine!”
Bir devlet kurduk, ama bu devletin daha önceden sahip olduğu topraklarda kırk civarında da devletçikler kuruldu. Kurulmakla kalmadı, onların tarihlerini de – tıpkı bizde olduğu gibi- birileri yazarak bize karşı düşmanlık geliştirdiler. Bu iş şuna benzer:
Siz bir ev kurarsınız ve fakat komşularınız çevrenizde ahşap evleri yığarlar. Siz ne kadar sağlam ev kurarsanız kurun, komşularınız, evlerini bir yakmaya görsünler, sizin evi de ateş sarar. Belki bu işi direkt olarak komşularınız yapmaz, ama o ahşap evi orada kurduranlar bugün işbaşında ve evleri yakmış bulunuyorlar.
“Bugüne kadar bütün bunlar niçin olmuyordu?” denilebilir. Bunun cevabı çok basittir ve artık her şey ayyuka çıkmıştır:
Bugüne kadar “Bu ev benimdir, buna kimse karışamaz!” diyebilen bir tok ses dünyayı titretememişti de ondan. Dünkü konuşmasında Cumhurbaşkanı bütün açıklığıyla dünyaya şöyle haykırıyordu:
“ Türkiye’yi bölemeyeceksiniz!
Devletimizi yıkamayacaksınız!
Vatanımızı parçalayamayacaksınız!
Ezanlarımızı susturamayacaksınız!
Bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz!
Bu halka boyunduruk vuramayacaksınız!”
Bugüne kadar bu denli derinden ve köklü olarak hangi yöneticinin sesi çıkmıştır? Açık açık dünyaya bu tarz mesaj verebilen olmuş mudur? Veya bu çapta yerli bir lidere bu memleket sahip olabilmiş midir?
Yüz yıldır ensemizde boza pişirip keyif çatanların keyfini bozacak, bu tarihten gelen ümmetin çığlığıdır ki, kartondan şatoları sallamakta, dünya ehlini dehşete düşürmektedir.
Birkaç gün önce Bosna’dan bir grup öğrenci, öğretmenleriyle birlikte İstanbul’a geldiler. Onlarla bir sohbet etmem istenince, Ümraniye Belediyesi’nin ana binasındaki salonda buluştuk. Tercüman vasıtasıyla yapmış olduğum konuşmanın sonunda, ellili yaşları gösteren öğretmenleri söz alarak şunları söyledi:
“ Bizler, Sırp savaşına kadar Türkleri, dolayısıyla da Osmanlı’yı emperyalist olarak biliyorduk; çünkü kitaplarda öyle okuduk. Fakat savaş bize gösterdi ki Türkler, kadim dostumuzmuş ve asla emperyalist değillermiş”
“ Demek ki, savaşın sonucu hayırlı olmuş!” demekten kendimi alamadım.
Yüz yıl önceden başlayan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, dünyadaki İslam Medeniyeti’ni yok edemedi, fakat durdurdu. Şimdi olup bitenlere baktığımızda, suyun, yatağına doğru akmanın çabası içinde olduğunu görüyoruz. Her çaba da zorlu olduğundan, olup bitenler inşallah lehimize sonuçlanacak, çünkü tarihin ve Hakk’ın önünde haklı olan biziz.
Hiçbir politik endişe taşımadan söylüyorum; meğer ne kadar özlemişiz bunca yıl, bu soylu sesi! Kişilik bambaşka bir şey! “Göklerden gelen ses” olmadan da kişilik oluşmuyor. Bu millet 15 Temmuz’da kişiliğini ortaya koydu, bundan sonra da ortaya koyacaktır. Yeter ki, milletin gönlünde sakladığı sese, liderler lahuti beste yapsınlar!
D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci