Akbaba, çaylağa: “ Benden daha çok uzağı gören hiçbir kuş yoktur.” diye övündü.
Çaylak: “ Bunun ispatı kolaydır; haydi bakalım, şu ovanın etrafında neler görüyorsun, söyle.” dedi.
Akbaba gerinerek: “ Eğer sözüme inanırsan, şu ovanın ta ucunda bir tanecik buğday gördüm.” dedi.
Çaylak: “ Pekâlâ! Haydi inelim, bakalım. Sözünün doğruluğunu ölçelim.”
Birlikte aşağı indiler. Akbaba taneye doğru koştu. Hâlbuki o buğday tanesi bir tuzağın üstüne konulmuştu. Akbaba buğdayı alayım derken tuzağa tutulmuştu.
Akbabanın tuzağa tutulduğunu gören çaylak ona hitaben: “ Akbaba kardeş! Tuzağı göremedikten sonra buğdayı görmüşsün, ne işe yarar? Biliyor musun, gözünün esiri oldun!”
İnsan olduğundan fazla görünmemelidir. Görünürse akbaba gibi bir gün tuzağa tutulur; çünkü gururun tuzağı görecek feraseti yoktur, o ancak taneyi görür.
Teknoloji güzel, ona sahip olanlar gururlanabilir de, onu insanlık yararına kullanmayanlar acaba Hakk’ın tuzağına tutulmazlar mı?
Hayat tecrübem, okumalarım bana şunu gösterdi ki, insan bir şey yaparken, bir şey düşünürken, bir proje üretirken… insanlık yararına değil de nefsini tatmin etmek için veya devletini güçlendirip haksız yere insanlığı sömürmek için bütün bunları yapıyorsa, biliniz ki sonunda kötü niyetinin esiri kendisi veya devleti olacaktır.
Hayat sadece görünen, yaşanan değildir. Onun sonsuza uzanan bir ucu vardır. Bu ucunu kapatanlar, hayatın dumanları tarafından boğulur. Dünya dumanına teslim olanlar, hayatı dehşetli yaşamak zorundadır. Nefes almakta zorlanan insanın durumu ortadadır; dolu dolu bir nefes alıp vermek için bütün varlığını gözünden çıkarır. Ruh nefes alamıyorsa, yaşanan dünyanın zevkini de alamaz, tepinir durur.
Siz madde bağımlılarının, daha tehlikelisi dünyayı yutmuş olan sarhoşların buğday tanesini görebilmelerine aldanmayın, onlar asıl olan tuzağı göremiyorlar. Bunun içindir nara atarak “özgürlük” diye bağırmaları. Tuzağa tutulan bağırmaz mı?
Kusurumu bağışlayın, dünyada ve dünyanın bir parçası olan ülkemizde olup bitenleri ben kendi çocukluğuma benzetiyorum:
Ergenliğe yeni girdiğimiz çağlarda düğünlere gitmek hoşumuza giderdi. Arkadaş çevresinde gizliden gizliye üst üste sigara içer, sonra düğün baklavası yer, ardından tekrar sigarayı tüttürünce –afedersiniz- yediklerimizi feci şekilde çıkarırdık. Arkasından da aileden marizi yerdik. Bütün bunları kendimizi göstermek için yapardık, ama sonunda kaybeden biz olurduk.
ABD’nin bir başkanı gitti, yenisi geldi. Dünyaya “gurur, kibir” satıyorlar. Bunlar, ruhlarının ovasındaki buğday tanesini görüp tuzağı görmeyenlerdir.
Fakat dikkatimi çekti, gelen başkan da önce kiliseye gidip inançlarının gereğini yerine getirdi, sonra da İncil üzerine yemin etti.
Bizde mi, ne ova vardı, ne de buğday; daha düne kadar. Bizdeki “görünmezler”in kalp damarları tıkalı, gözleri görmez, kulakları işitmez; “duvara yaslanmış kalaslar” gibidirler. Rabbim, bu “görünmez”lerden ülkemizi halas eylesin.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci