Allah’ın bir ulusun ilahı değil de âlemlerin Rabbi olduğu bir evrende ulusalcılıktan söz etmek, başlı başına bir bulanık zihniyet sorunudur. Bu zihniyet sorunu giderilmedikçe, dünyada hiçbir mesele çözüme kavuşamayacak, aksine daha da çıkılmaz bir hal alacaktır.
Ulusal tanrılar vardır; ilkel kabilelerin totemleridir. Yahudiler “Yahova”yı ulusal sayarlar. Onun, yalnız kendilerini üstün kılan tanrı olduğunu söylerler ve bundan ötürü Yahudi ırkının dünyanın en üstün ırkı olduğuna inanırlar.
Hıristiyanlar da “baba-oğul” muhabbeti içerisinde tanrıya yaklaşır ve onu kendilerinden yana addederler.
Oysa Allah bütün âlemlerin Rabbidir. İnsanları, hayvanları, bitkileri, cinleri; yıldızları, galaksileri ve daha bilip bilmediğimiz tüm varlıkları yaratan O’dur.
Zaten çevremize, dünyamıza baktığımız zaman O’nun sonsuz rahmetinin işaretlerini görürüz.
Akan sular vardır; göller, denizler vardır. Akarsuların önünde baraj yapabilirsiniz, göllerin, denizlerin etrafını çevirebilirsiniz; ama buharlaşmayı önleyemezsiniz ki! Su buharlaşarak, senin çizdiğin ulusal hudutları aşarak evrensel dünyaya ulaşır; yağmur olur; insanları, hayvanları, bitkileri sular ve onlara hayat bağışlar.
Hava da ulusal değildir; ondan bütün canlılar istifade eder. Hiç kimse havaya hudut çizemez.
Hayat bağışlayan en kıymetli şeylerin “ulusal” olmadığı bir varlık alanı içerisinde insanlar, ırkları, renkleri, dilleri için savaşıyor ve birbirlerini öldürüyorlarsa, burada çok ama çok büyük bir anlayış sorunu yatmaktadır. Olgunlaşmış, irfan ehli olmuş insanların algılarının alamayacak olduğu bir anlayış söz konusudur ve bu durum fitnenin de nedenidir.
Ölüm de ulusal değildir ve bir gün herkesin can evine iner. Ten kavgasından kurtulan insanların ruh birliktelikleri ebedi âlemde göz kamaştırır. Faniliği hayat parolası olarak alanların dünya yaşamları da cennetten bir şubedir. Faniliği yurt edinememiş insanların tanrıları eksik olmaz ve de mutsuzlukları!
İnsanların “tanışmak” dışında renklerini, ırklarını, dillerini tasnife kalkışmaları, onlarla övünmeleri, Yaratıcı’ya karşı bir kalkışma değilse, nedir?
Hiç kimse ırkını seçerek doğmaz. Rengini ve anadilini de seçme özgürlüğüne sahip değildir. Bütün renkler, ırklar ve diller, Allah’ın ayetlerinden birer ayettirler. Dolayısıyla kimse konuştuğu dilden, mensubu bulunduğu ırktan ve renginden dolayı kınanamaz.
Aksi de aynı olumsuzluğu içerir: Hiç kimse, ırkıyla, rengiyle ve diliyle övünemez; bütün bunları kutsayamaz.
Ulusal bir tanrı, her zaman savaş tanrısıdır.
Allah anlaşılmadan dünyaya ve insanlığa barış gelmez; çünkü Allah, yalnız kendine kulluğa çağırandır ve nefisleri terbiye edendir. Terbiye edilmemiş her nefis, tanrılığa kalkışır; bu, onun doğasında vardır. Bundan ötürüdür ki bugün ve her devirde birçok tanrıya rastlanmakta ve tanrılar arası savaş bitmemektedir.
Hz. Mevlâna şunları söylemektedir:
“Haçı ve Hıristiyanları baştanbaşa araştırdım; O (Allah), haçta değildi.
Putperestlerin tapınağına eski pagodaya gittim; O’na dair bir iz yoktu orada.
Herat Dağı’na ve Kandahar’a gittim; O, o tepede ve o vadide değildi.
Kaf dağının zirvesine çıktım; fakat orası sadece Anka kuşunun meskeniydi.
Arayış için çevirdim dizginlerimi Kâbe’ye; O, ne yaşlıların ne de gençlerin toplandığı yerdeydi.
İbn-i Sina’yı, onun varlık düzeyini sorguladım; O, İbn-i Sina’nın bilgisinde de değildi.
Kabekavseyn’e (Mirac) çıkmayı da başardım; O, yüce sarayda da değildi.
Gözlerimi kalbime çevirdim; oradaydı, başka bir yerde değildi.”
Evet, böyle diyor, Mevlâna. Bu kalp hangi renkten, ırktan ve dildendir derseniz, insanlık ırk, renk ve dilinden derim.
İnsanın, emeğinden başka övünebileceği, sahiplenebileceği hiçbir şeyi yoktur. Anlayışımızın berraklığı ve davranış güzelliğimizdir, bizi insan yapan şey.
Devam edelim Mevlâna’yı dinlemeye:
“Gel gel, daha yakın gel; bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürecek? Mademki sen bensin, ben senim; artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
Aynı vücudun birer organı olduğumuz halde neden zenginler yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye kendi sol elini hor görür? Biz hepimiz, bütün insanlar hakikatte bir cevheriz(öz). Haydi, şu benlikten kurtul.
Dünyada çeşit çeşit diller, çeşitli sözlükler vardır; fakat hepsinin de anlamı birdir. Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler, su halinde akarlar. Sen su gibisin, fakat bir çukurda mahpus kalmışsın.”
Allah ve ölüm ötesi inancını, dünyadaki davranışlarına yansıtamamış bir insanın, birçok ulusal tanrıyla boğuşma serüveni ebediyyen bitmeyecektir. Tevhid’e ulaşamamış olan zihniyetlerin küfür kusmuklarıdır, savaşlar. Bu kusmukla beslenenlerin kurmuş oldukları dünya sitelerine de “uygarlık” diyoruz. Ne ararsan bulunur, derde devadan gayrı.